Son günlerde ilgili ilgisiz pek çok kişi tarafından, bulunduğu yerin özelliğine göre El-Kaide ve IŞİD üzerinden bölge ve İslam ile ilgili siyasal ve mezhepsel okumlar yapıldığına şahit oluyoruz. Görünen veya gösterilen fotoğrafın, küçük bir parçasına bakılarak/tutunularak bütünü hakkında kesin yargılarda bulunuluyor. Bu yargılar genellikle gerçeğe işaret etmediği gibi okuyucuları da yönlendirerek gerçeklerden uzaklaştırıyor. Bu fotoğraf hakkında bir yargıda bulunabilmek için öncelikle, hem fotoğrafı bir bütün olarak hem de fotoğrafın çekildiği coğrafyayı, bu coğrafyanın sosyolojini, tarihini hep birlikte masaya yatırmak gerekiyor.
Mehmet Yaşar Soyalan
...kutsalın egemenliğinden adaletin egemenliğine...
5 Mart 2026 Perşembe
4 Mayıs 2016 Çarşamba
Büyük Kopuştan Öze Dönüş - Hilal Tv
Büyük Kopuştan Öze Dönüş - Hilal Tv - 1. Bölüm
Büyük Kopuştan Öze Dönüş - Hilal Tv - 2. Bölüm
9 Şubat 2016 Salı
“Mealcilik” Tartışmalarına Katkı veya Geç Kalmış Bir Cevap
Bu yazı İslamiyat Dergisinde yayınlanmak üzere kaleme
alınmıştı. İslamiyat Dergisinin içinde bulunduğu durum ve daha başka
nedenlerden dolayı yayınlama imkanı olmadı. Bu yazının geniş bir özetini fikriyat.net
sitesinde yayınladım. Ancak son günlerde bu tartışmaların tekrar canlanması ve
çeşitli tartışmalar başlaması üzerine birçok karanlık noktayı aydınlatacağı
düşüncesi ilgili yazının tamamını yayınlıyoruz.
İslamiyat Dergisinin (cilt:10, sayı:1, ocak-mart 2007) son
sayısında Doç Dr. Mustafa Öztürk’ün “İslami Kökenciliğin Bir Tezahürü:
Mealcilik” adlı makalesi bir açıklama ve cevap hakkını doğurmuştur. Hem Mehmet
Yaşar Soyalan olarak kendimin, hem ilgili yazının omurgasını oluşturan Kalem
Dergisi’nin, hem bu dergiye katkıda bulunan diğer yazar arkadaşların, -Kalem’in
yayın yönetmeni olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki-, Mustafa Beyin makalesinde
iddia ettiği tanım, tasnif, isimlendirme ve değerlendirmelerin çoğu ile uzaktan
yakından ilgileri yoktur.
Çağımızda Kur’an’ı Yeniden Bulan Adam: Seyyid Kutub
-Kur’an Algısı ve
Türkiye’deki Kur’an Okumalarına Etkisi üzerine-
Giriş
Seyyid Kutub,
geleneksel cemaatlerle organik bağı olmayan, arayış içindeki tüm gençler,
özellikle de orta ve yüksek öğrenimini 70’li yıllarda yapmış bizim kuşak
üzerinde fikri ve siyasi anlamda ciddi etkileri olmuş önemli bir düşünür ve
hareket adamıdır. Onun kitapları Türkiye’de 60’li yılların sonlarına doğru
yayınlanmaya başlandı ve 70’li ve 80’li yıllarda artan bir ivme ile devam etti.
Türkiye’de okuyucu ile buluşan ilk kitapları “Kur’an’da Edebi Tasvir” ve
“Kur’an’da Kıyamet Sahneleri”gibi daha çok Kur’ani yaklaşımlarını ortaya koyan
kitaplardı. Örneğin “et-Tasviri’l- Fenni fi’l-Kur’an” isimli kitabı “Kur’an’da
Edebi Tasvir” ismiyle 1967 yılında tercüme edilip yayınlanmıştı.
Müslüman Deyimi Üzerine Bir Değerlendirme
Kur'ânî birçok kelime zaman içerisinde, bazı anlam kaymalarına
uğrayarak Kur'ân'da kullanıldığı anlamı aşan, veya ilgili olmayan anlamlarda
kullanılmaya başlandı. Zikir, fasık, zalim, muttaki, muhsin, tesbih gibi anlam
kaymasına uğrayan veya Kur'ân'ın yüklediği mânâlardan soyutlanan kelimelerden
biri de müslüman kelimesidir.
Kur'ân'da; müslüman Hz. Muhammed'e gelen vahye inananların adı
olmakla birlikte, hayatını gelen bu vahye göre biçimlendiren kişinin adıdır.
Vahy doğrultusunda kendisine bir yön çizen, yapması veya yapmaması gereken
şeyleri vahye göre -vahy'de ortaya konan temel ilkelere göre- belirleyen
kişinin adıdır. Müslümanı tanıtan, başka bir deyişle müslüman olanı müslüman
olmayandan ayıran birçok özellik vardır. Bu nedenle Kur'ân-ı Kerîm'de
müslümanı, kuru bir iman etmesinden öte yaptığı veya yapması gereken şeylerle
tanımlıyor. Örneğin, "onlar şöyle inanırlar"ın yanında "mutlaka
şöyle yaşarlar, şunları yaparlar, şunları yapmazlar" deniyor. İmanla amelin
kesiştiği noktada müslüman şahsiyet beliriyor.
Kur’an Meali Okuma Yöntemi Üzerine Bir Öneri
Giriş
İnsanoğlu bugün de inanç konusunda, Kur'an'ın indiği dönemdekine benzer sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunlarla yüzleşmenin ve onları çözmenin en etkili yolu, Kur'an'ın kendilerine ayna olmasını sağlamaktır. Ana dili Arapça olmayanlar için bu da ancak Kur'an Meali okumakla mümkün olur. Çünkü o, insanlara hidayet için gönderilmiş son ilahi müjdedir ve Allah'ın rahmetinin, insandan ümidini kesmediğinin ve ona güvendiğinin en önemli nişanesidir.
Ancak, pekçok nedenden dolayı, bugün için, Kur'an ile muhatapları arasında bazı engeller sözkonusudur. Onun sahih anlamına ulaşılmasını zorlaştıran bu engelleri ortadan kaldıracak ve okunduğunda insanlara, kendilerini onda görecek ve yanlışlarını düzeltme imkânı verecek bir okuma yöntemi bulmak, bu alanda yoğunlaşan ilim adamlarımızın öncelikli görevleri arasındadır.
2 Şubat 2016 Salı
Konferans - CNR Kitap Fuarı - 2015
CNR Kitap Fuarı'nda (2015) Hakkı Yılmaz ile birlikte yapılan konferans kaydıdır.
İnsan İki Çeşit Sen Hangisindensin!
İnsan benliğini ve onun şekillendirilişini (ve nefsin ve mâ sevvâhâve) düşün!
Öyle ki O ahlaki zaaflarla (fucuraha) ve Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle (takvaha) donatıldı (fe-elhemeha). Bil ki, her kim (benliğini) arındırırsa, mutluluğa ulaşacak ve onu (karanlığa) gömen de hüsrana uğrayacaktır. (Şems:91/7-10)
Şüphesiz biz, insanı denemek için katışık bir su damlasından yarattık.
Onu işitme ve görme (duyuları) ile donattık ve her durumda biz ona yolu gösterdik.
Böylece ister şükreden bir mü’min olsun, isterse de nankör bir kâfir! (İnsan:76/2-3)
1 Şubat 2016 Pazartesi
Çeviri Meallerin İmkan Ve Sorunları
Giriş: Din dili Seküler dil veyahut Dini ve seküler zamanlar
Kur'an Arapça bir metin olsa da,
Türkçe'deki mevcut meallerin hepsi Arapçadan çevrilmiş değildir. İngilizce,
Fransızca, Almanca ve Orduca gibi dillerden Türkçeye çevrilmiş ve oldukça da
rağbet gören mealler bulunmaktadır. Biz bu tebliğimizde bunlardan üçü; Esed,
Hamidullah ve Mevdudi mealleri üzerinde duracağız.
Bu meallerin, ilk tercüme edildikleri
dillerdeki konumu, bu dilleri konuşan kişilerin meal hakkındaki yargıları
mutlaka önemlidir ve meallerin özgünlüğü hakkında azçok bir fikir verirler.
Ancak biz meallerin bu boyutundan çok, Kur'an'ın mesajının bu dillere nasıl ve
ne kadar aktarıldığı ile ilgileneceğiz.
Kur’an’da Kurandışı Vahye Atıf İddiası
Kur’an Dışı
Vahiy Algısının Ortaya Çıktığı Ortama Dair Bir Giriş
Kur’ân
dışı vahiy iddiası yeni bir olgu değildir, İslam’ın 2. Yüzyılının başlarından
itibaren Tedvin asrının siyâsî, ekonomik ve sosyal ortamının şartlarında
özellikle de güç odaklarının etkisi ve yönlendirmesiyle kısa bir süre
içerisinde başat bir dini anlayış olarak toplumu egemenliği altına almıştır. O
günden bu güne yüzlerce yıldır, hâkim bir anlayış olarak etkisini Müslüman
toplumlar arasında sürdüregelmiştir. Mevcut geleneksel Sünnî ve Şiî İslam
anlayışının şekillenmesinde de bu anlayış, oldukça etkili ve belirleyici bir
rol üstlenmiştir. Bu nedenle nesiller, yüzyıllardır, böyle bir İslam’la ve
böyle bir İslam’ın müntesibi olarak yaşamakta ve sonraki kuşaklara da İslam
olarak bunu aktarmaktadırlar. Her kuşak bu anlayışa kendisinden bir şeyler
katarak böylece onu gerçeğinden biraz daha uzaklaştırarak bir sonraki nesle
taşımaktadır.
Müslüman Cemaatlerin Ve Otoriter Yapıların Genetik Kodları
Günümüzdeki Sünni
olsun, Şii olsun bütün oluşumlardaki, cemaatlerdeki ve bunların türevi yapılardaki
temel problem, batınilik- zahirilik arasındaki sıkışmışlık, öteki üreten bir
din algısı ve Allah anlayışlarının bir tezahürü olarak otoriteleşme ile irade
hürriyeti ve adalet yoksunluğudur.
Bu yapıların, zihinsel
kodları ve akidelerinin temelleri, bu iki temel (irade hürriyeti ve adalet
ilkesi) ilkenin atlanarak inşa edildiği kadim dönemlere dek uzanır. Bu yapı ve
oluşumların Allah ile ilgili tasavvurları, dünya ile ilgili tasavvur ve
beklentilerini de şekillendirmiştir. Bu farklı Allah tasavvurları tercih edilen
hayatla yakından ilgilidir. Dolayısıyla bir taraftan bakıldığında teori pratiği
belirlemiştir, başka bir noktadan bakıldığında ise pratik teoriyi ortaya
çıkarmıştır. Sürekli birbirini tetikleyen bir durum söz konusudur. Çünkü sözünü
ettiğimiz bu teoriyi oluşturan şey, İslam öncesinin geleneği ile Resul sonrası
ilk on yıllarda yaşananlardır. Herhangi bir bireyin/kişinin dünyası bu şekilde
oluşunca, içinde bulunduğu toplumsal yapılar da aynı algı çerçevesinde
şekillenmek durumunda kalmış, mevcut örnekler de bu durumu teyit etmiştir.
İslamcılık, İslami Mücadele, Mücadele ve Kur’an
GİRİŞ
Kur’an da açık bir
şekilde dile getirilen Habil- Kabil karşıtlığından da anlaşıldığı gibi
insanlığın ilk günlerinden bu yana, yeryüzü, kendisine ve içindekilere egemen
olmak veya orada barış ve huzur içerisinde, herkesin kendisi kalarak yaşamak
isteyenlerin mücadele alanına sahne olagelmektedir. İnsanoğlunun tarihi bu yönü
ile kendisi ve hemcinsleriyle bu karşıtlık içerisindeki mücadeleler tarihidir.
Müslümanların Toplumsal Yapılanmalarının Trajik Serencamı
-Otoriter Düşünce ile
Baskıcı Yapılar Arasındaki İlişki Üzerine-
GİRİŞ
Bir önceki sayıda
“İslamcılık”ın, sorunlarının bugüne özgü olmadığını, doğasından kaynaklandığını
ve kadim bir özelliğe sahip olduğunu ifade etmiştim. Kendilerini Müslüman
olarak isimlendirenlerin varoluşlarını sürdürebilmek için yaptıkları
mücadeleyi, ister “cihad” ister “İslami Mücadele” isterse “İslamcılık” olarak
isimlendirsinler, ortaya koyulan ilke ve uygulamaların, Kur’an’ın temel ilke ve
hedefleri ile kıyaslandığında, bu temel ilke ve hedeflerle ciddi çelişki ve
çatışmalara işaret ettiğini ifade etmiştim. Çok özet olarak şunu
söyleyebilirim: Hem hâkim Sünni İslami hem de Şii İslami oluşumlarda ve
bunların türevi yapılardaki temel problemin, İslam algılarındaki batınilik-
zahirilik arasında sıkışmışlık yanında, doğrudan Allah algılarıyla ilişkisi
bulunan irade hürriyeti ve adalet algısı yoksunluğudur.
Barışın Ezeli ve Ebedi Düşmanı "Ötekileştiren Din"
Gazze’ye
atılan her bomba, her bir masum çığlığı, kireçleşen her bir yüz, açlıktan
kıvranan her çocuk, ötekileştiren din algısının bir sonucudur. Ötekileştirdiğini
yolunması gereken bir çıbana, ezilmesi gereken bir yılana dönüştüren de, kendi
müntesibini, patlamaya hazır bir bomba, gözü kara seri katil haline getiren de
bu ötekileştiren din algısıdır. Bu ötekileştiren din, öyle bir ruh, öyle bir
hayat algısı inşa ediyor ki, bu dinin inananı bir taraftan kendisini seçilmiş,
üstün bir grup/millet olarak görüyor, bir taraftan da dünyaya nizamat vermenin
sadece kendi uhdesinde olduğunu düşünüyor ve nizamatının önündeki her tür
engeli kaldırmayı inancının bir gereği olarak algılıyor. Sonunda dünya
bazılarının doğmaları ve kanlı hülyaları için bir cehenneme dönüyor.
Fethin Fethedilmesi veya Adalet Toplumundan Ganimet Devletine…
Resulullah
döneminde Ensar ve Muhacirlerden oluşan ortak savunma birliklerle Müslüman
coğrafyaya saldıran veya saldırma hazırlığında bulunanlar ile savaşmak veya
onlara gözdağı vermek amaçlı yapılan askeri seferler Resulullah sonrasında, pek
çok etkenin bir araya gelmesi sonucunda savunma amacını çok aşan, ganimet
merkezli, önü alınamayan fetih hareketlerine dönüştü.
Kur'an Tasavvurumuz
21 Ocak 2016 tarihinde Ahi Tv'de yayınlanmıştır.
Cihatçı/ Fetihçi Din Algısı Ve Günümüz
Kur’an;
insanlık zulümden adalete, fakirlikten refaha, savaştan barışa, kölelikten
özgürlüğe evirilsin diye bir adalet ve barış savunucusunun dilinden yeryüzüne
dökülmüş, yeryüzünün vicdanında makes bulmuştu. Yine Kur’an, vicdanın, adaletin
ve barışın timsali Muhammed Resulullah’ın ve arkadaşlarının örnek mücadelesiyle
sözden davranışa/eyleme, davranıştan toplumsal düzene dönüşerek bir örneklik
olarak yeryüzünde ete kemiğe bürünmüştü.
Kur’an Dışı Vahyin İmkânsızlığı
25 Ocak 2016 tarihinde Hilal TV'de yayınlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)