1 Şubat 2016 Pazartesi

Çeviri Meallerin İmkan Ve Sorunları

Giriş: Din dili Seküler dil veyahut Dini ve seküler zamanlar

Kur'an Arapça bir metin olsa da, Türkçe'deki mevcut meallerin hepsi Arapçadan çevrilmiş değildir. İngilizce, Fransızca, Almanca ve Orduca gibi dillerden Türkçeye çevrilmiş ve oldukça da rağbet gören mealler bulunmaktadır. Biz bu tebliğimizde bunlardan üçü; Esed, Hamidullah ve Mevdudi mealleri üzerinde duracağız.

Bu meallerin, ilk tercüme edildikleri dillerdeki konumu, bu dilleri konuşan kişilerin meal hakkındaki yargıları mutlaka önemlidir ve meallerin özgünlüğü hakkında azçok bir fikir verirler. Ancak biz meallerin bu boyutundan çok, Kur'an'ın mesajının bu dillere nasıl ve ne kadar aktarıldığı ile ilgileneceğiz.

Bilindiği gibi batı aydınlanmasının ortaya çıktığı 17.yy'a kadar bütün dünya tanrıyı merkeze alan bir din dili ile konuşuyor ve düşünüyorlardı. Dolayısıyla yazılı ve sözlü metinler de bu esasa göre oluşturuluyordu. Oysa 17.yy'la birlikte bu dil değişmeye başladı. 20.yyla birlikte de tüm yeryüzü sakinleri, batılı aydınlanmacıların inşa ettiği, merkezinde insan olan, dolayısıyla tanrıyı dışlayan seküler, dünyacı, dindışı dili kullanmaya başladılar. Bugün biz de aynı dindışı dili kullanıyoruz ve bu dil ile düşünüyoruz.  Çünkü bu din dışı dil, sadece kelimelerin anlam dünyasını değil, zihin haritamızı da değiştirdi. Üstelik bu dini dışlayan dünyevi dille sadece dünyayı değil ötedünyayı da dini de anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyoruz. Kısacası bu aydınlanmacı algı ile birlikte, sadece dilimizin değil, zihnimizin de kiblesi değişti.

Ancak üzülerek belirtmeliyiz ki, okuyucunun kahır ekseriyeti, bu sorunun ve ayırımın farkında değil. Sadece okuyucular değil, Kur'an ve eski dini metin mütercimlerinin pek çoğu da bu ayırımdan habersizler, haberli olanlar da bir iki istisna dışında sorunu önemsemiyorlar. Meallerimizin çoğu, bugün vazedilmiş/indirilmiş bir metnin tercümesi gibi.

Meal, Çeviri Meal ve Türkiye Gerçeği

Meal, herhangi bir dile doğrudan, ana dilinden/Arapçasından tercüme edilen metindir. Çeviri meal ise herhangi bir dilde yapılan bir Kur'an çevirisinin, bir başka dile çevirisidir. Bu tür meal örneklerinin fazla olmadığını, belli başlı seçkin birkaç mealin, farklı dillere çevrilmesiyle sınırlı olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye'de de durum böyledir. Muhammed Esed'in İngilizce, Muhammed hamidullah'ın Fransızca, Mevdudi'nin Orduca (Mevdudinin İngilizceden Türkçeye tercüme edilen bir meali de var) hazırladığı mealler, Türkçeye çevirilmiş. Bunların dışında özellikle Cumhuriyetin ilk on yıllarında Almanca, Fransızca ve İngilizce meallerden faydalanılarak hazırlanan mealler de söz konusudur: Prof Sadi Irmak'ın, Besim Atalay'ın, Behçet Kemal Çağların mealleri gibi..

TÜRKİYEYE ÖZGÜ ÇEVİRİ MEALLER…..KOPYA MEALLER

Bu tür meallerin ise, meal kültürümüz için çok önemli ve baskın bir yeri var. Bu tür mealler herhangi bir yabancı dilden tercüme edilmiş değillerdir. Bu tür mealler, metnin orjinalinden/Arapçasından çevirildiği intibaını vermekle beraber, basit bir karşılaştırma ile pek çok mealin, meşhur bir kaç mealin yeniden yazılmışı/kopyası gibi olduğu hemen farkedilir. Ki bu kanaat mealler üzerine iceleme yapan araştırmacı ve akademisyenler tarafından da paylaşılmış, yaptıkları çalışmalarda bu düşüncelerini ortaya koymuşlardır. (Örneğin Dücane Cündioğlu, Kur'an Çevirilerinin Dünyası.) Bu mealler, ne içerik, ne yöntem, ne cümle yapıları ne de kavramlaştırmalar ve anlamları açısından orjinal değildir. Eski dildeki bazı kelimelerin yenilenmesi ve cümlelerin değiştirilerek yeniden kurulmasından ibarettir. Konumuz "hangi meal hangi mealin koyasıdır" olmadığı için, bu ifadeleri sadece, çeviri mealler bağlamında bir tespit yapmak ve dikkatleri bu kolaycılığa yöneltmek için dile getiriyoruz.

ELMALILI SADELEŞTİRMELERİ

Ancak dünyada sadece Türkiyeye özgü bir meal yapma/hazırlama geleneği/tekniği var ki mutlaka ona da işaret etmek gerekir. Dolayısıyla bu mealleri de çeviri mealeri bağlamında ele alabiliriz. Elmalılı merhumun sadeleştirilmiş meallerinden söz ediyorum.  Bu son cümlemden anlaşılan mana, Elmalılı merhumun, sadeleştirilmiş meallerinin olduğu anlaşılmaktadır. Evet kasdım budur. Ancak sayısını tesbit edemediğim, 10'nu üzerinde sadeleştirilmiş Elmalılı meali olduğunu söyleyebilirim. Tesbit edebildiim kadarıyla, bu mealerden ikisi için Elmalılı meali diyebiliriz. Bunlar da Dücane Cündioğlu ve Ertuğrul Özalp metinleridir. Diğer meallerde sadece Elmalılı merhumun ismi bulunmaktadır. Mealler, Elmalılının, öncelkleri ve yöntemi esas alınmadan yeniden üretilmişlerdir.

Üstelik, zaten Elmalılının bir meali de bulunmamaktadır. Olay Hak Dini Kur'an Dili isimli tefsiri içindeki ayet pasajlarının çevirilerinin toplanmasından ibarettir. Özellikle Cündioğlu metninde sadeleştirmeler, tefsir metninden hareketle yapıldığı için Elmalılının muradı da bu metinde muhafaza edilmiş. Aynı şekilde Erturul Özalp metninde de orjinal anlama bağlı kalmak için özel gayret sarf edildiği anlaşılmaktadır. Diğer sadeleştirmeler ise cümle yapısı ve mealin anlam örgüsü/kurgusu hesaba katılmadan, günlük dilde yeniden üretilmişlerdir.

Artık burada bir sadeleştirmeden söz etmek mümkün değildir. Yapılan şey metni yeniden yorumlayıp inşa etmektir. Bu meallerde, belki iddialı olacak ama Elmalılı ile ilgili olan şey, mealler üzerindeki "Elmalılı" ismidir. Aslında yapılanın ne anlama geldiğinin anlaşılması için, bütün bu meallerin Elmalılı aslı ile birebir karşılaştırmasını yapmak gerekir. Yapılan işin anlamını o zaman daha net konuşma imkanımız olur. Burada Cündioğlu'nun konu ile ilgili bir makalesinin ismini vermekle yetineceğim. "Elmalılı Sadeleştirmelerinin Sefaleti".

Çeviri Meallerin İmkanı

Çeviri Meal Örnekleri: Esed, Hamidullah ve Mevdudi Mealleri

Çeviri meal dendiğinde ülkemizde daha çok, Muhammed Esed'in, Kur'an Mesajı (meal ve tesir) isimli meali, Muhammed Hamidullah'ın Le Saint Coran / Aziz Kur'an isimli meali ve Mevdudi'nin Tercüme-i Kur'ani Mecid meaMuhtasar Havaşi /Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali Tercümanu'l Kur'an isimli meali akla gelir. Bu mealler sırasıyla, İngilizce, Fransızca ve Orduca'dan tercüme edilmişlerdir. Biz de bu meallerin Türkiyeli okuyucu için ne ifade ettiğinden ve kendi imkanımız ve gücümüz nisbetince de artı ve eksilerinden söz edeceğiz.

Bu mealler her şeyden önce Türkiye'de meal yapma geleneğinin, yöntem ve alışkanlıklarının sorgulanmasına yol açtı. Hem okuyucular, hem de meal hazırlayıcıları farklı örneklerle karşı karşıya kaldıkları gibi onlar da çıtayı yükseltmek durumunda kaldılar. Çünkü meal hazırlayanların önünde, artık dikkate almak zorunda olduğu örnekler vardı. Aynı şekilde okuyucu da, alışageldiği yöntemler dışında da meal hazırlanabileceğinin mümkün olduğunu gördü. Mealler arasında karşılaştırma yapma imkanına kavuştu. Bu mealler sayesinde yeni bir meal okuyucu kitlesi oluştu. Bu mealler özellikle, herhangi bir cemaate bağlı/bağımlı olmayan, araştırıcı ve sorgulayıcı nitelikleri ön plana çıkan okuyucuların daha çok ilgisini çekti.

Bu mealler, hem meal hazırlayanlar hem de okuyucular için Kur'an algısında yeni bir örneklik ve tecrübe ortaya koydular. Onları, alışık olmadıkları veya çok cılız bir şekilde ifade edilen farklı bir Kur'an dünyasının varlığından haberdar ettiler. Özellikle genç okuyucularda Kur'an meali okuma alışkanlığının yayılmasına önemli katkılar sağladılar. Esed'in mealinin bu konuda çok popüler olduğunu ifade edebilirim. Bu  katkı ve örneklikleri, özellikle iki konuda kendini gösterdi.
Birincisi, Kuran mesajının diğer dillere, yani Arapça'nın, Arap kültürünün yabancısı olduğu bir dil ve kültüre, nasıl bir dil ve vizyon kullanılarak aktarıldığı tecrübesi. Başka bir deyişle, İlahi ve hitabi bir metin olan Kur'an'ın, aynı zamanda, zaman içerisinde teknik bir metne de dönüşen Mushaf'ın, seküler algının egemen olduğuğu bir topluma nasıl aktarıldığı konusu.
İkincisi; Kur'an mesajının muhataplarına hangi yöntem kullanılarak aktarıldığı tecrübesi. Yani bu meallerin, sözel olarak Resulün kalbine/zihnine ilka edilen ilahi hitabın daha sonra kitaplaşmış hali olan mushafı, nasıl bir metodoloji ile aktardıkları meselesidir.

Esed ve Hamidullah'ın mealleri, meali hazırlayanların konumu ve tercihleri nedeniyle batılı okuyucu muhatap alınarak hazırlanmış. İlahi Kelamın, muhatapların zihninde yankı bulabilmesi için, onların anlayacağı bir dil kullanılmış. Dolayısıyla özel isimler olduğu düşünülen kelime ve deyimler dışında hemen hemen bütün kelimeler, o dile, dildeki karşılıklarıyla tercüme edilmiş. Metnin dili, muhatapların Kur'an hakkında hiçbir şey bilmedikleri savı üzerinden oluşturulmuş. Mesajın, muhatapların aydınlanmış ve bir ölçüde rasyonelleşmiş zihinlerinde, doğru karşılık bulması için, onların anlayacağı ama mesajı da aktaran kelimeler tercih edilmiş.

Özellikle Esed'in mealinde, muhatabının seküler algılama biçimi belirgin şekilde hesaba katılmış. Zamanımızdan yaklaşık 1500 sene önce, din dilinde, Allah'ı ve insanın O'na karşı sorumluluğu merkeze alınarak vaz edilmiş hitabi metin, günümüz ingilizcesine çevrilirken, kelimenin günümüzde anlatmak istediği manaya dikkat çekilmiş. Okuyucunun yazılandan ne anladığı, mealin öncelkli konusu olmuş ve buna uygun bir dil kullanılmış. Bunun için de büyük ölçüde anlamların rasyonelleştirilmesine/ aklileştirilmesine  çalışılmış.

Hamidullah mealinde de bu kaygı bulunmakla birlikte, öncelik manayı doğru aktarmaya verilmiş, bir adım atması da okuyucudan istenmiş. Anlamın aklileştirilmesi okuyucunun zihnine bırakılmış. Esed, ise okuyucusu adına bunu kendisi yapmış. O, okuyucuyu yormamak için olsa gerek, zaman zaman manayı yorumlayarak aktarmış. İki alim  de ayrıca dipnotlarla da ne demek istediklerini veya niye böyle bir anlam verdiklerini açıklamaya çalışmışlar.

Mevdudi ise mealini, Orduca konuşan Müslüman bir toplum için hazırladığından, mevcut İslami algı ve egemen dil üzerinden kurgulamış, İslami terminoljideki kelimeleri hem şekil ve teleffuz hem de anlam olarak aynen kullanmış. Bu kelimelerin,  bugünkü okuyucu zihnindeki yansımaları hesaba katılmamış. Sanki, insanların, bu kelimeleri, Kur'an'ın indiği dönemdeki anlamlarıyla kullandıkları ve konuştukları varsayımından hareket edilmiş ve okuyucuya böyle kadim egemen bir dil üzerinden seslenilmiş.
Mealin Pakistanlı muhataplarının bugünkü egemen seküler algıdan etkilenmedikleri, (aynenTürkiyeli meal okuyucuları gibi (!)) dolayısıyla dilin hala 200-300 sene öncesinin şekil ve anlam yapısını koruduğu varsayılmış. Bugün insanların Allah'ı merkeze alan bir dil ile yani geçmişin kalıp ve algılarıyla düşünüp konuştuğu, varsayımından hareket edilmiş. Ve ona göre bir üslup ve yöntem seçilmiş. Ayrıca meale, egemen dini algılamanın zahiri boyutu da yoğun bir şekilde yansımış. Bu nedenle meal, Mevdudi'nin ehli Hadis taraftarlığının bir yansıması olarak da  geleneksel dilin zahiri/somut versiyonu kendini açıkça belli etmiş.

Meali hazırlayanlar da ya metne sadakatten ya da onlar da öyle düşündükleri için, sonradan terimleşmiş dini istilahları, ifadeleri, genellikle mealin Orduca aslındaki şekil ve formattaki gibi kullanmışlar. Elbette zahiri ve somut mana yoğunluğu Türkçe metne de aynı şekilde yansımış. Esed ve Hamidullah'ın meallerinin Türkçe çevirilerinden farklı olarak Mevdudi'nin mealinin müterciminin de Pakistan vatandaşı olması ve Türkçeye nüfuzunun sınırlı kalması nedeniyle de Türkçe mealde ciddi ifade sorunları ortaya çıkmış.

Bu meallerin, sözel olarak Resulün kalbine/zihnine ilka edilen ilahi hitabın daha sonra kitaplaşmış hali olan mushafı, nasıl bir metodoloji ile aktardıkları meselesi önemlidir. Çünkü bilindiği gibi Kur'an 23 yıllık bir zaman dilimi içinde tedrici olarak nazil olmuş, bir çok kelime bu süreçte yeni anlamlar kazanmış ve bu kelimelerle yeni bir zihin ve dünya inşa edilmiştir. Bu Hitabe/ilahi metin, öncelikle ezberlenmiş, arkasından hemen yazıya geçirilmiş. Resulun vefatından yaklaşık yirmi yıl kadar sonra da yazılı bir kitap/mushaf olarak çoğaltılarak, kitaplar dünyasına girmiştir. Bu ilahi metnin, bu ve sonrasında yaşadığı süreç, aynı zamanda muhataplarının zihinsel değişimi nedeneyle de onu sıradan insanlar için "mübin" ve herkesin anlayacağı bir metin olmanın ötesine taşıyarak teknik bir metin haline dönüşmüştür.

İşte hangi metodoloji ile tercüme edilecek diye sorduğumuz ilahi kelam, böyle bir metindir. Metnin bu özelliğinin kavranması ile ancak "onun manasını bu dile nasıl aktarabilirim?" sorusunu sormak mümkün olur. Yoksa Türkçe'de pek çok örneğini gördüğümüz gibi, onu bugün vazedilmiş/yazılmış bir metin olarak algılayıp tercüme etmek problem olarak görülmez. Ancak bu tür metinler, Mushafın manasını ve ilahi kelamın ruhunu gereği gibi yansıtamazlar.

İşte bu meallerin, özellikle ilk ikisinin, ilahi Hitab'ın serancamının ve teknik bir metin olma niteliğinin farkında olunarak tercüme edildiği anlaşılıyor. Çünkü, gerek kelimelere, terimlere, deyimlere verdikleri anlamlar, gerekse konu ve olayları , örneğin, gayp haberlerini, meselleri, kıssaları çözümleme biçimleri, bu meallerin kendilerine özgü bir yöntemlerinin olduğunu ortaya koyuyor.

Esed, Kur'an mesajından anladığını, muhatabının en rahat ve iyi anlayacağı şekilde bugünün diline çevirerek aktarıyor. Hamidullah ise, Mushafı, metnin anlamı, en iyi hangi kelime ile o dile aktarılabilirse o kelimeyi seçerek tercüme etmeye çalışıyor. O kelimenin muhatap tarafından kullanışlı olup olmadığına fazla önem vermiyor. Önceliği o dilde doğru anlamı yakalamaya çalışıyor. Esed ise muhatabın zihnindeki doğru anlamı önceliyor.
Metodolojileri de bu temel bakış açısına göre şekilleniyor. Mesala bu yaklaşımın sonucu olarak Esed, anladığı anlamı doğru aktarmak ve muhatabının da doğru anlaması için gerektiğinde parentez içinde devreye girebiliyor. Ayrıca dipnotlarda da daha teferrutlı açıklamalar yapabiliyor. Hamidullah ise, metnin içinde yoktur. Sadece metnin anlamını o dildeki uygun kelimelerle ifade etmeye çalışıyor. Mushaftaki her ayrıntıya dikkat ediyor. O gerektiğinde metin dışındaki dipnotlarda kendi düşüncesini açıklıyor.

Ancak ikisi de kelime, terim ve deyimleri, islami dönemdeki kavramlaşmış/ istilahlaşmış hallerinin öncesindeki anlamlarıyla vermeye özen gösteriyorlar. Aynı şekilde ikisi de özel isimler dışındaki bütün kelimeleri, tercüme ettikleri dildeki karşılıklarıyla çeviriyorlar. Yine ikisi de grameri önemli bir veri olarak kabul ediyorlar, ancak zaman zaman meşhur gramer kurallarını metnin bağlamını esas alarak eleştirmekten  ve farklı bir tavır sergilemekten de geri durmuyorlar. Kur'an'ın gramer kurallarının resmileşmesinden önceki döneme ait bir metin olduğunu da yeri geldiğinde ifade ediyorlar.

Esed, kapalı gördüğü anlamları yorumlamada reyini, genellikle, gelenek içerisindeki Ehli Reyden yana kullanır ve o yönde açıklamalar yapar. O bu konuda çok nettir, zahiri yorumlara pirim vermez. Aynı eğilim zaman zaman Hamidullah da görünse de o daha çok orta yolcu bir Ehli Hadis taraftarıdır. Ancak, Hamidullah'ın genelde aşırı zahiri ve eş'ari yorumlardan uzak durduğu görülür.

Gaybi haberlerin ve "müteşabih olduğu" ifade edilen ifadeleri, Esed, yukarıda ifade ettiğimiz görüşü çerçevesinde, yorumlayarak, Hamidullah ise genelde ilgili ifadeleri sözlük anlamlarıyla yorumsuz olarak verir. Hamidullah, mezhebi ve kelami tartışmaların dışında kalmak için özel bir itina gösterir.

Esed, Hamidullah ve Mevdudi, İlahi Kelam'ın hitabi boyutunun önemli olduğunu dile getirirler. Ancak bu hitabi boyut, sadece açık bir şekilde Esed tercümesinde görülmektedir. Esed, bu hitabi boyutu vurgulamak için zaman zaman parantez içi ifadeler de kullanır. Bu hitabi boyut, Hamidullah mealinde de yönteminin el verdiği ölçüde vardır. Ancak o kelimesi kelimesine çeviriyi öncelediği için, bu hitabi boyut her zaman okuyucu tarafından fark edilememektedir. Mevdudi de ise, Türkçe çevirinin bir nakisası olarak mı yoksa orijinal metinle ilgili özel bir tercih nedeniyle midir nedir tam bilemiyoruz, ancak bu hitabi boyut mealde kendisini göstermiyor.

Kur'an mesajının muhataplarına hangi yöntem kullanılarak aktarıldığı tecrübesi konusunda mevdudi, içerik olarak Türkiyeli okuyucu için yeni bir şey söylemese ve yeni bir metod önermese de ayetleri paragraflar haline getirerek, mealini topluca vermesi, okuyucunun işini önemli ölçüde kolaylaştırmaktadır.

Aslınde benzer paragraflama pek az farkla Esed ve Hamidullah çevirilerinde de bulunmaktadır.
Mevdudi, mealinde hukuki/fıkhi terimlere özel bir önem vermekte, gerektiğinde onları dipnotta daha detaylı olarak açıklamaktadır. Ancak onun özel bir kavramlaştırma sistemi yoktur. Çünkü o, İslami literatürdeki kavramsal terminolojiyi, genel "islami istilahları" aynen kullanmaktadır. Mevdudi bu kavramsallaştırmada ve gayb haberlerinin yorumunda Ehli Hadis yorumları, genelliklede bu ekolün selefi versiyonunu tercih etmektedir.

Bu meallerle ilgili olarak baştan beri anlata geldiğimiz özelliklerin, Türkiyeli meal okuyucusu için büyük bir imkan ve onların bilgi dağarcıklarına yapılmış önemli bir katkı olduğunu düşünüyorum. Dar çerçeveli bir sunumda bu meallerin yöntem ve sisitematikleri ile ilgili ancak bunlar söylenebilir.
Ancak şunu ekleyelim, Esed, mealinde edebi teknik ve araçları bolca kullanmış. Hatta kullanmakla kalmamış, Kur'an'daki bu sanatsal kullanımları günümüzde nasıl anlamamız gerektiğine de işaret etmiştir. Bu tür Kur'ani ifadeleri, sanatsal anlamlarının günümüzdeki karşılıklarıyla tercüme etmeye çalışmış. Genellikle niçin böyle bir tercihe gittiğinin açıklamasını da yapmıştır. Kendince, teknik metin olan Mushafı, tarihin üzerine örttüğü gizemlerinden arındırarak anlaşılır hale getirmeyi amaçlamış. Yani o, Mushafı, Mushafın anlamını, günümüz insanın algısına/dünyasına aktarmaya/taşımaya gayret etmiştir. İlahi metnin anlamını aklileştirerek muhataplarına sunmaya çalışmıştır.

Hamidullah mealinin en önemli katkısı ise, mealini gerçekten moto-mot, kelimesi kelimesine veya harfi harfine dediğimiz bir yöntemle tercüme etmiş olmasıdır. Bunu, Türkiye'de alışık olmadığımız bir yöntem kullanarak yapmış. Bu yöntemle hem kelime sayısının ne olacağını hem de o kelimeyi nasıl anlamlandıracağını ortaya koymuş. Öncelikle her kelime ve terimi, Fransızcasına da orjinalindeki gibi tek bir kelime olarak çevirmeye çalışılmış. Deyimleri de öyle. Orjinalinde nasılsa, tercümelerinde de o kadar kelime kullanılmış.Türkçe mütercimleri de çevirilerinde aynı metodu uygulamışlar. Çeviride en çok zorlandıkları alan da burası olmuş.

Hamidullah ve Esed'in meallerini bizim için değerli ve anlamlı kılan, diğer bir özellik de batılı, aydınlanmış, seküler bir zihin için çevirmiş olmalarıdır. Yani eserlerinin muhataplarının batılılar olmasıdır. Bugün artık Müslüman ve doğulu toplumların da batılılar gibi düşünmeye başladıkları, onların da dünyalarını aydınlanmış akılla inşa etmeye çalıştıkları gerçeği karşısıda bu çalışmalar, bu zihinler için yol gösterici olacaktır.  

Bu nedenle, iki farklı yöntemle hazırlanmış bu meallerin, Türkçe çevirilerinin hem Türkiyeli okuyucu hem de ilim adamlarımız için ilahi kelamı anlamada ve aktarmada önemli bir imkan, tecrübe ve başvuru kaynağı durumunda olduğunu düşünüyoruz..
Bu anlamda bu iki mealin mütercimleri ve diğer emeği geçenler, ana metni, meallerin bu özelliklerinin farkında olarak tercüme etmişler. Büyük ölçüde de Esed ve Hamidullah'ın dilini ve yöntemini hazırladıkları meallere aktarmakta başarılı olmuşlar. Yaptıkları işi, metne sadık kalarak, Türkiye'de alışık olmadığımız biçimde, büyük bir çaba, emek ve özveriyle gerçekleştirmişler. Ancak buna rağmen, zaman zaman bazı kelime ve ifadeleri, bazı kalıpları, yazarın hilafına, Türkiyeli okuyucunun aşina olduğu geleneksel literatürdeki karşılıklarıyla aktarmışlar.

Mevdudi'nin meali de, sömürge döneminin sıkıntılarını yaşamış, İslam'ın kudret ve izzetini günümüzde de görmek isteyen ve son ikiyüz yılda yaşanan gerçekler karşısında, yeni bir siyasi dil inşa etmeye çalışan önemli bir alimin, Kur'an mesajını nasıl anladığı ve aktardığı konusu bile, tek başına bizim için çok önemli bir kazanç ve tecrübe olsa gerektir.

Ayrıca her üç alimin, islam kültürü, Arapça konusundaki bilgi birikimi, ilmi derinliği ve tecrübeleri herkesin malumudur. İşte bu bilgi birikiminin ve ilmi derinliğin bir kısmı bile adı geçen meallere yansımış olsa dahi, bu yansımaların bile biz okuyucular için Kur'anı anlama yolunda önemli bir katkı ve güzel bir imkandır diye düşünüyoruz.

Yine üç alimin yolunun, Hindistan-Pakistan noktasında kesişmiş olmasının altını  da çizmek istiyorum.
Esed de, ömrünün 38-52 yaş aralığını bu bölgede geçirmiş, Pakistanın kuruluşuna katkı vermişti.

Çeviri Meallerdeki Sorunlar

Biz bu kısa değerlendirmemizde yapılan bütün eleştirileri dile getirme imkanına sahip değiliz. Üstelik dile getirilen iddiaların pek çoğu bize göre haklı ve doğru eleştiriler de değildir. Biz, bizim de katıldığımız ve ayrıca kendi okumalarımızda da şahit olduğumuz problemli alanlara dikkat çekecek ve birkaç örnek vermekle yetineceğiz. Özellikle de Türkçe metinlerdeki bazı problemli konu ve ifadelerle ilgili tespitleri ve tespitlerimizi ifade etmeye çalışacağız.

Muhammed Esed: Kur'an Mesajı (Meal-Tefsir)

Bu meala kadar, hem içerik, hem üslup, hem de dizayn açısından okuyucunun kafasında bir "meal" şablonu vardı. Okuyucu bu meali eline aldığında, elindekinin, alışılagelen şablona uymadığını gördü. Bu nedenle pek çok okuyucu, "bu başka bir meal veya "bu başka bir Kur'an" dedi. İlk defa buradan, bir yandaşlık ve karşıtlık ortaya çıktı. Pekçok kişi bu ilk tepkisi nedeniyle kendisini bu meale karşı kilitledi.
Ayrıca Meal, geleneksel yargıya ters, pek çok görüşünden dolayı, karşı çıkılan bu görüşleri savunan kesimler tarafından da ağır eleştirilere maruz kaldı. Bu eleştirilerin etkisinde kalan pek çok okuyucu da, meali bu eleştirilere göre değerlendirdi. Ama bu meal her durumda okuyucunun gündemine girdi. Bu nedenle olsa gerek mealler içerisinde en çokilgiyi ve eleştiriyi de bu meal aldı.
Esed'in meali ile ilgili önemli bulduğumuz eleştirileri şöyle sıralayabiliriz:

1-Gelenekselleşmiş dini istilahların kullanılmayarak, yerine kelimenin kök anlamından hareketle, yabancı dildeki karşılıklarının verilmesi nedeniyle, egemen geleneksel anlayışın köşe taşlarını oluşturan, konu ve kavramların unutturulması ve anlamlarının buharlaştırılması iddiası
2-  Allah ve ahiret gibi gaybi alana ait konu, kavram ve ifadelerin aklileştirilerek/ rasyonelleştirilerek aktarılmış olması.
3- Kıssa ve mesellerin, sembolik ve allogorik ifadelerle yorumlanarak, bu kıssaların, yaşanmışlığının ve gerçekliğinin ortadan kaldırıldığı ve bunun da itikadi bir problem oluşturduğu iddiası.
4-Pek çok ahkam ayetinin günümüz hukukuna ve algısına uyarlanmaya çalışıldığı ve hermenotik bir okuma yapıldığı iddiası.
5-Mealin intihal ürünü olduğu, yani pek çok görüşün kaynağının, Hindistanlı Mevlana Muhammed Ali olduğu halde, bunun metinde belirtilmediği iddiası.
6-"Batılı" ve "Yahudi kökenli" olduğu savından hareketle yapılan eleştiriler.
Biz bu eleştirilere cevap verecek veya bunlardan hareketle bir şey söyleyecek değiliz. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz ki bu eleştirilerin pek çoğunun ilgili kitapla doğrudan bir ilişkisi yoktur. Bu eleştirilerde görülen şey, Eş'ari-Ehli Hadis anlayışı ile Ehli Rey arasındaki kadim tartışmanın bu kitap üzerinden yapılıyor olmasıdır. Yani salt bu kitaba, yöntemine ve iç tutarlılığına yönelik bir eleştiri söz konusu değil.

Esed, her zaman eleştirel olmasına, yetiştiği çevreyi de her boyutu ile samimi bir şekilde eleştirmesine rağmen, yaşadığı dönemin baskın kültürü olan, "bilimci" anlayıştan, Muhammed Abduh çizgisindeki pek çok alim kadar olmasa da etkilenmiş görünmektedir.

Mesala, Fil suresinin. تَرْميهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّيلٍ ayetini "Onlara önceden tespit edilmiş taş gibi sert azap darbeleri vurdular" şeklinde çevirmiş ve açıklamasında da bu azap darbelerini "ilk defa o zaman Arap topraklarında görülen "lekeli humma (hasbe) ve çiçek (tifüs) hastalığı (cuderî) ”.olarak yorumlamıştır. Gerçi Esed bu kelimelerin gramatik ve anlamsal izahlarını yaparak kelimelerin özünde bu anlamların olduğunu da söylemiştir ama biz burada ciddi bir Abduh, dolayısıyla "bilimci" etki görüyoruz.

Aynı şekilde, Müddessir Suresi 30. Ayetteki, meşhur "Üzerinde 19 var" ifadesini yorumlarken de modern okuma biçiminin yönlendirmesi altında kaldığını düşünüyoruz. Gerçi, Esed, burada "19 Mucizesi”nden söz etmiyor ama, ifadenin anlamını, ilk muhataplarını, anlam alanın dışına çıkararak, modern bir okuma yaptığı kanaatindeyiz.
Yine, Rad suresinin 3. Ayetiyle ilgili olarak "erkek- dişi" ifadelerini yorumlarken "yukarıdaki ifade her bitki türünden iki cinsin (yani, erkek ve dişi) var olduğunu dile getirmektedir ki, bu botanik bilimiyle tam bir uyum ortaya koymaktadır.” demektedir.

Esed mealinde kıssaları ve gaybi haberleri aklileştirirken ve ahkâm ayetlerini yorumlarken de zannımızca zaman zaman ilk muhataplarının algı dünyasının dışına çıkmıştır. Bu durumun, ilgili pasajları anlamada ve anlamlarını bugüne aktarmada bazı sorunlar oluşturduğu kanaatindeyiz. Mesala, Kur'an'ın ilk muhatapları, "Musa'nın İsrailoğullarıyla denizden geçmesini" ve "el kesme, kısas, el ve ayağı çaprazlama kesme" ifadelerini ve "Cehennem azabının süreli olduğu" iddiasını, Esed'in anladığı gibi mi anlamışlardır.

Zannımızca, esas doğru anlama, Kur'an'ı, ilk muhataplarının anladığı gibi anlayıp, onu daha sonra günümüzün şartlarında nasıl uygulanacağının veya ne anlama geldiğinin tartışmasını yapmak olmalıdır.
Yine çok haklı olarak cebriyeci ve sorumluluğu devre dışı bırakan anlayışlar çerçevesinde Kur'an'ın anlaşılıp, anlamlandırılmasını eleştirmiş, bu bağlamda, "dileyene hidayet eder, dileyene delalet" şeklindeki ifadeleri, "dileyeni hidayete erdirir, dileyeni delalete" şeklinde anlamlandırır. Dipnotlarda gerekçelerini de ortaya koyar. Gerekçeleri oldukça da ikna edicidir. Ancak, konu iman dışına çıkınca, mesala, rızıkla ilgili olunca "dilediğine rızık açar, dilediğine kısar" şeklindeki geleneksel algıyı aynen kullanır (Rad/13:26-27). Oysa Esed'in yöntemine göre bu son ifadenin de, "dileyene rızkı açar, dileyene kısar" şeklinde olması gerekirdi. Burada nedenini bilmediğimiz bir yöntem çelişkisi söz konusu. Üstelik iki algı da cebriyeci anlayışı yansıtıyor.

Mütercimler gerçekten güzel bir çeviri yapmışlar ancak, ya toplum baskısının ya da egemen geleneksel bakış açısının etkisiyle, Esed'in İngilizce karşılığını kullandığı bazı terimlerin Türkçe karşılıklarını (çok az da olsa) İslami terminolojideki anlamıyla Türkçeye aktarmışlar.

Örneğin, Esed الْحِكْمَةَ (hikmet) terimini daima "wisdom" şeklinde çevirmişken, mütercimler, Türkçe karşılığı olarak da ayni Arapça ibareyi Latin harfleriyle HİKMET şeklinde tercüme etmişler. Oysa Esed, Kur'an ve Sure kelimeleri dışındaki bütün kelimeleri İngilizceye çevirdiğini söylemesine rağmen mütercimler الْحِكْمَة terimini daima "hikmet" diye tercüme etmişler.

Mütercimler aynı şekilde, Esed'in "story-stories" olarak tercüme ettiği الْقَصَصَ (kıssa) kelimesini de Türkçeye "kıssa" diye çevirmişlerdir. (bkz. Araf/7:176, Yusuf/12:111). Aynı şeyi "kitap" kelimesi için de söyleyebiliriz (Araf/7:52,170,196, Yunus/10:1 gibi).Ayrıca "fısk" kelimesi için de "günahkar" (Maide/5:3) karşılığı tercih edilmiştir ki, bu anlam, terimin İslami dönemde kazandığı anlamdır. Maide/5:15’te, Kitap Ehli'nin gizlediklerinin bir kısmının açıklandığı, bir kısmından da vaz geçildiği ifade edilirken, vazgeçilmeye karşılık gelen "afv" kelimesinin karşılığı olarak, "bağışlanma" kelimesi kullanılmıştır. Kitap ehli için kullanılan "Vahiy mahsulü dinler" (Maide/5:5, 14.dipnot) ifadesi yerine de daha uygun bir ifade bulunabilirdi..
Muhammed Hamidullah: Aziz Kur'an –Çeviri ve Açıklama-

Hamidullah'ın Aziz Kur'an adıyla (Fransızca aslı Le Saint Coran) çevrilen meali Türkçe basımının üzerinden 10 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen araştırmacı ve okuyucuların çok fazla dikkatini çekmemiş, onların iltifatından mahrum kalmıştır. Bu özgün çalışmanın içeriği ve yöntemi konusunda ne basında ne de akademik dünyada, (bir yüksek lisans tezi dışında) hakkında bir inceleme ve tenkit yazısı yer almamıştır.

AncakEsed'in mealinin aksine, Hamidullah'ın orijinal metni ve bu metindeki yöntem ve yorumları için olumlu veya olumsuz bir eleştiri yapılmazken, Türkçe metin için ciddi eleştiriler söz konusu olmuştur

Bu eleştiriler, işin özü ile ilgili değil Türkçedeki bazı kelime tercihleri ile ilgiliydi. Bazı "öztürkçe" kelimelerin kullanılması, eski dile ve kelimelere önem veren bazı yazar ve düşünürleri rahatsız etmiş, meal "eski dil" - "yeni dil" .tartışmalarının gölgesinde kalmıştı.

Yöntemin orijinal ve alanında ilk defa uygulanmasına, üstelik Türkçedeki diğer meallere kıyasla Arapça metne en sadık ve genellikle anlamı aktarmada da başarılı kabul edilmesine rağmen, bu üslubun okuyucuya pek sıcak gelmediği anlaşılıyor. Bunun sebeplerinden biri; okuyucunun alışkanlığı, ikincisi; üslubunun okuyucu için gerçekten yorucu olması: mealin, metne sadakati nedeniyle ayetleri kendi orijinal bağlamlarında, çok zaman yarım ve kırık cümleler şeklinde tercüme etmesi ve sözel/hitabi dil özelliğini de tercümeye yansıtmaya çalışması okuyucunun meale insicamını engelleyen önemli bir faktör olmuşa benziyor. Çünkü bu, yukarıda dile getirdiğimiz, uygulamalar okumayı gerçekten bir miktar zorlaştırmıştır. Sunumumuzun başında da söylediğimiz gibi, okuyucuyu zorlamak yazarın bilinçli tercihidir. İşte bu tercih mealin popülerliğini engellemiştir. Bu konun bir boyutu.

Ancak bize göre mealin okunurluğunu, dolayısıyla popülerliğini azaltan en önemli etken daha başkadır. O da şudur: Bilindiği gibi tarihte olduğu gibi günümüzde de İslami düşünce ve anlayış, Ehli Hadis ve Ehli Rey anlayış ve algılayışları arasında kutuplaşmış durumdadır. Biri hakikati algılamada geleneği/geçmiş uygulamaları, diğeri ise aklı ve vahyi önceler. Bugün bu kutuplaşma, gelenekçi- yenilikçi şeklinde ifade edilse de bu tartışmalar geçmişteki tartışma ve argümanlardan bağımsız değildir ve konunun aslı da burada yatmaktadır.

Hamidullah, teorik anlamda ılımlı bir ehli hadis yanlısı olmasına rağmen, metodolojisinde aklı verileri de yok saymamış, ideolojik bir taraftarlık veya karşıtlık içerisinde olmamıştır.

Bu nedenle o, bir orta yolcudur. İşte onun bu orta yolculuğu, tanınırlığını ve önemsenirliğini ulema ve akademik dünya ile sınırlı kılmıştır. Ayrıca tarafsız, popülerlikten uzak, marjinal yorumlara pirim vermeyen, sakin ilim adamlığı kimliyle de o bu iki kutbun sempatizanları tarafından fazla ilgiyle karşılanmamıştır. Onlar, Hamidullah'ın kendilerine hitap etmediği, fazla klasik veya tarafsız kaldığı gerekçesiyle onun eserlerinden de uzak kalmışlardır. Türkiye'deki gelenekçilerle, gelenek karşıtlarının tam ortasında olmasından dolayı, o, ne İsa'ya ne Musa'ya yaranamadığından, meali de hak ettiği ilgiyi görememiştir.

Mealin Türkçe çevirisi için de kısaca şunu söyleyebiliriz: Genelde Hamidullah'ın koyduğu yöntem ve usule bağlı kalınmakla beraber, bazı kelime ve deyimlerin Türkçe karşılıkları bu yöntemle çelişki arz etmiştir.

Örneğin, "Takva" kelimeleri genelde "takvalı" (Maide/5:8,27 gibi) şeklinde, "dünya" ve "ahiret" kelimeleri, "dünya" ve "öteki dünya" (Maide/5:33 gibi), "el-Kitap", "Kitap" (Maide/5:48 gibi), "et Tağut", "Tağut" (Maide/5:60 gibi),"er-Rabbaniyyun ve elAhbar" ifadesinden, "er-Rabbaniyyun" "Haham", elAhbar","bilginler" (Maide/5:63 gibi), "yentekimu" ve "intikam" kelimeleri "intikam almak" ve "intikam" olarak çevirilmiş. Ayrıca "udv", "udvan" kelimeleri de "aşırı gitmek" olarak aktarılmış. Bu anlamlar, ilgili kelimelerin İslami dönemde kazandıkları karşılıklarıdır.

Ayrıca bize göre "inkar" (Maide/5:5 gibi), "yargılma" (Maide/5:42 gibi), "yoldan çıkanlar" (Maide/5:47 gibi), "boyun eğerek" (Maide/5:55,92 gibi), "görmediği halde" (Maide/5:94 gibi). "aşırı gitmek" "sözlerini bozmaları" (Maide/5:13)  gibi ifadeler, hem Hamidullah'ın yöntemine ters düşmekte hem de orijinal anlamı tam olarak aktarmamaktadır. Bu kelime ve ifadeler yerine, bağlamları içerisinde daha uygun kelimeler kullanılabilirdi. Dikkat edildiği gibi, bu örnekler sadece Maide Suresi ile sınırlanmıştır.

Mevdudi: Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali -Tercümanu'l Kur'an-
Türkiyeli okuyucu, yıllardır, Tefhimul Kur'an tefsirini ve bu tefsirdeki mealleri  Mevdudi'nin meali ve tefsirini diye okur. Ancak, Mevdudi'nin gerçek meali (iki farklı yayınevi tarafından ayrı tercümelerle daha yeni basıldı) yayınlanmaya başlayınca, tefsirdeki malzemelerden sadece notların Mevdudiye ait olduğu ortaya çıktı. Mealler Ali Bulaç mealinden alıntılanmış
Tefimul Kur'an tefsirinin bir nevi geniş açıklamalı/dipnotlu meal tarzı bir eser olduğu düşünülürse tefsirin önemli bir kısmını bu meallerin oluşturduğunu görür. Ali Bulaç mealleri, tekrarlarıyla birlikte tefsirin toplam hacminin yarıya yakınını teşkil ediyor. Okuyucular, yıllarca Mevdudi'nin meali diye Ali Bulaç'ın mealini okudular. Ancak bugüne kadar hiç bir yazar veya akademisyen bu durumu eleştiri konusu yapmadı. Aynı şekilde ne Ali Bulaç'tan ne de ilgili tefsirin yayınevinden bu güne kadar bir açıklama gelmedi.

YÖNTEMİ

Mevdûdî, “Ben önce Kur'an'ın orijinal ibaresini okuyup ne demek istediğini kavradım, sonra üzerimdeki etkisini olduğu gibi eksiksiz olarak kendi dilime aktardım. ...onu apaçık Arapçadan apaçık Orduca'ya aktarmaya çalıştım. Arada kopukluklar olmaması için de konuşma dilini yazı diline dönüştürdüm." demektedir.
Mevdudinin bu açıklamaları gerçekten önemlidir. Yöntemi de Türkiyeli okuyucunun pek aşina olmadığı bir yöntemdir. Ancak, ya Mevdudi bu yötemini Orduca çeviriye iddia ettiği özgünlükte çevirememiş, Türkçeye çevirenler de onu ancak bu kadar aktarabilmişler. Ya da Mevdudi, Orducaya gereği gibi aktarmış da mütercimler bunu Türkçede ifade edememişler.
Çeviride de ciddi ifade problemleriyle karşılaştık. Aynı zamanda iki tercüme de terimleri Arapça telleffuzları ile aktarmışlar. Bu terimler kaynak metinde nasılsa o şekilde aktarılmış. Mesala, "asitane", "şiar", "nakip", "sevae's sebili", "muttaki", "hikmet", "fasık", "fitne" gibi...
Çevirideki sorunlar yukarıda dile getirdiğimiz, arapça, farsça veya orduca terimleri aynen kullanmakla sınırlı değil, ciddi anlatım ve çeviri problemleri de bulunmakadır. Mesala:
"Yasaklara titizlikle riayet edin" (Maide/5:1),"sizin yemeğiniz de onlara helaldir", (Maide/5:5) "korunmuş kadınlar" (Maide/5:5), "günahlarınızı sileceğim",(Maide/5:12-13) "korkanların arasında"(Maide/5:20-26), "hayat bahşederse"(Maide/5:32),"Allahın kudreti her şeye galiptir" (Maide/5:38-40), "haram mal" (Maide/5:42-43), "onlar cahil halka şöyle diyorlardı"(32. dipnot), "indirilen dinin emirlerine iman" (Maide/5:57-60), "rabbinizden indirilen diğer kitapları korumadıkça" (Maide/5:67-69), "bunu üzerinde kimsenin tekeli yoktur" (Maide/5:67-69), "(Mesih'in) annesi de dürüst bir kadındı"(Maide/5:75), "Ey ehl-i kitap" (Maide/5:76-77), "iman edenler için onlardan en yakın dostu ise, ..." (Maide/5:82), "Dünyayı terketmiş rahipler" (Maide/5:82), "indirilen kelamı duyunca" (Maide/5:83-86), "Rabbimizin bizi iyiler arasına katmasını isterken bize hak gelmiştir" (Maide/5:83-86), "pis ve şeytani işlerdir" (Maide/5:89), "terk-i dünya etmek" (46.dipnot), "salih amel işlemeye başlayanlardan, daha önce yiyip içtikleri için şu şartlarla hesap sorulmayacaktır ki,..." (Maide/5:93), "onu görmeksizin korkan" (Maide/5:94-95), "elemli bir azap" (Maide/5:94-95), "Allah intikamını alır"(Maide/5:94-95), "ölüm vaziyetinden çıkartarak" (55.dipnot) gibi.

Ancak Tefhimul Kur'an'da bulunan mealin Mevdudi'ye ait olmadığı gerçeğinden hareketle, bu mealin eksikleriyle birlikte Mevdudinin anlayışını aktarması açısından önemli bir hizmet gördüğü söylenebilir.

Sonuç

Çeviri mealler, artısıyla eksisiyle birlikte birer Türkçe Kur'an çevirisi olarak kültür ve öğretim hayatımızdaki yerini almış durumdadır. Bu mealler bünyelerinde bazı zaaflar barındırsalar da Türkçe'deki muadilleriyle karşılaştırıldığında özellikle Esed ve Hamidullah çevirilerinin onlardan pek çok açıdan artıları olduğunu ifade edebilirim. Bu artıların okuyuculara da önemli katkı ve kazanımlar kattığı kanaatindeyim. Ayrıca bu çalışmaları meal geleneğimizi sorgulamamıza ve daha düzgün meallerin hazırlanmasına katkıları nedeniyle de önemli buluyorum

Özellikle, bu mealleri, bir mealin, bir usul ve yönteme göre nasıl hazırlanması gerektiğinin somut örnekleri olması açısından da önemsiyorum. Bunun kadar önemli bulduğum diğer bir yanları ise Din dili ile vazedilmiş ve ilk muhatapları da bu din dili ile düşünüp konuşan bir ilahi metnin anlamının, seküler bir dil kullanan ve seküler bir zihne sahaip olan günümüz muhataplarına nasıl aktarılacağı konusunda önemli ve aynı zamanda başarılı iki deneme/tecrübe olmaları nedeniyle de anlamlı ve değerli buluyorum. Temennim Türkiye'de yapılacak daha özgün çalışmalarla bu gelenek devam ettirilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder