Giriş: Din dili Seküler dil veyahut Dini ve seküler zamanlar
Kur'an Arapça bir metin olsa da,
Türkçe'deki mevcut meallerin hepsi Arapçadan çevrilmiş değildir. İngilizce,
Fransızca, Almanca ve Orduca gibi dillerden Türkçeye çevrilmiş ve oldukça da
rağbet gören mealler bulunmaktadır. Biz bu tebliğimizde bunlardan üçü; Esed,
Hamidullah ve Mevdudi mealleri üzerinde duracağız.
Bu meallerin, ilk tercüme edildikleri
dillerdeki konumu, bu dilleri konuşan kişilerin meal hakkındaki yargıları
mutlaka önemlidir ve meallerin özgünlüğü hakkında azçok bir fikir verirler.
Ancak biz meallerin bu boyutundan çok, Kur'an'ın mesajının bu dillere nasıl ve
ne kadar aktarıldığı ile ilgileneceğiz.
Bilindiği gibi batı aydınlanmasının
ortaya çıktığı 17.yy'a kadar bütün dünya tanrıyı merkeze alan bir din dili ile
konuşuyor ve düşünüyorlardı. Dolayısıyla yazılı ve sözlü metinler de bu esasa
göre oluşturuluyordu. Oysa 17.yy'la birlikte bu dil değişmeye başladı. 20.yyla
birlikte de tüm yeryüzü sakinleri, batılı aydınlanmacıların inşa ettiği,
merkezinde insan olan, dolayısıyla tanrıyı dışlayan seküler, dünyacı, dindışı
dili kullanmaya başladılar. Bugün biz de aynı dindışı dili kullanıyoruz ve bu
dil ile düşünüyoruz. Çünkü bu din dışı dil,
sadece kelimelerin anlam dünyasını değil, zihin haritamızı da değiştirdi. Üstelik
bu dini dışlayan dünyevi dille sadece dünyayı değil ötedünyayı da dini de
anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyoruz. Kısacası bu aydınlanmacı algı ile birlikte,
sadece dilimizin değil, zihnimizin de kiblesi değişti.
Ancak üzülerek belirtmeliyiz ki,
okuyucunun kahır ekseriyeti, bu sorunun ve ayırımın farkında değil. Sadece
okuyucular değil, Kur'an ve eski dini metin mütercimlerinin pek çoğu da bu
ayırımdan habersizler, haberli olanlar da bir iki istisna dışında sorunu
önemsemiyorlar. Meallerimizin çoğu, bugün vazedilmiş/indirilmiş bir metnin
tercümesi gibi.
Meal, Çeviri Meal ve Türkiye
Gerçeği
Meal, herhangi bir dile doğrudan, ana dilinden/Arapçasından
tercüme edilen metindir. Çeviri meal ise herhangi bir dilde yapılan bir Kur'an
çevirisinin, bir başka dile çevirisidir. Bu tür meal örneklerinin fazla
olmadığını, belli başlı seçkin birkaç mealin, farklı dillere çevrilmesiyle
sınırlı olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye'de de durum böyledir. Muhammed Esed'in İngilizce,
Muhammed hamidullah'ın Fransızca, Mevdudi'nin Orduca (Mevdudinin İngilizceden
Türkçeye tercüme edilen bir meali de var) hazırladığı mealler, Türkçeye
çevirilmiş. Bunların dışında özellikle Cumhuriyetin ilk on yıllarında Almanca,
Fransızca ve İngilizce meallerden faydalanılarak hazırlanan mealler de söz
konusudur: Prof Sadi Irmak'ın, Besim Atalay'ın, Behçet Kemal Çağların mealleri
gibi..
TÜRKİYEYE ÖZGÜ ÇEVİRİ MEALLER…..KOPYA MEALLER
Bu tür meallerin ise, meal kültürümüz için çok önemli ve
baskın bir yeri var. Bu tür mealler herhangi bir yabancı dilden tercüme edilmiş
değillerdir. Bu tür mealler, metnin orjinalinden/Arapçasından çevirildiği
intibaını vermekle beraber, basit bir karşılaştırma ile pek çok mealin, meşhur
bir kaç mealin yeniden yazılmışı/kopyası gibi olduğu hemen farkedilir. Ki bu
kanaat mealler üzerine iceleme yapan araştırmacı ve akademisyenler tarafından
da paylaşılmış, yaptıkları çalışmalarda bu düşüncelerini ortaya koymuşlardır.
(Örneğin Dücane Cündioğlu, Kur'an Çevirilerinin Dünyası.) Bu mealler, ne
içerik, ne yöntem, ne cümle yapıları ne de kavramlaştırmalar ve anlamları
açısından orjinal değildir. Eski dildeki bazı kelimelerin yenilenmesi ve
cümlelerin değiştirilerek yeniden kurulmasından ibarettir. Konumuz "hangi
meal hangi mealin koyasıdır" olmadığı için, bu ifadeleri sadece, çeviri
mealler bağlamında bir tespit yapmak ve dikkatleri bu kolaycılığa yöneltmek
için dile getiriyoruz.
ELMALILI SADELEŞTİRMELERİ
Ancak dünyada sadece Türkiyeye özgü bir meal yapma/hazırlama
geleneği/tekniği var ki mutlaka ona da işaret etmek gerekir. Dolayısıyla bu
mealleri de çeviri mealeri bağlamında ele alabiliriz. Elmalılı merhumun
sadeleştirilmiş meallerinden söz ediyorum.
Bu son cümlemden anlaşılan mana, Elmalılı merhumun, sadeleştirilmiş
meallerinin olduğu anlaşılmaktadır. Evet kasdım budur. Ancak sayısını tesbit
edemediğim, 10'nu üzerinde sadeleştirilmiş Elmalılı meali olduğunu
söyleyebilirim. Tesbit edebildiim kadarıyla, bu mealerden ikisi için Elmalılı
meali diyebiliriz. Bunlar da Dücane Cündioğlu ve Ertuğrul Özalp metinleridir.
Diğer meallerde sadece Elmalılı merhumun ismi bulunmaktadır. Mealler,
Elmalılının, öncelkleri ve yöntemi esas alınmadan yeniden üretilmişlerdir.
Üstelik, zaten Elmalılının bir meali de bulunmamaktadır.
Olay Hak Dini Kur'an Dili isimli tefsiri içindeki ayet pasajlarının
çevirilerinin toplanmasından ibarettir. Özellikle Cündioğlu metninde
sadeleştirmeler, tefsir metninden hareketle yapıldığı için Elmalılının muradı da
bu metinde muhafaza edilmiş. Aynı şekilde Erturul Özalp metninde de orjinal
anlama bağlı kalmak için özel gayret sarf edildiği anlaşılmaktadır. Diğer
sadeleştirmeler ise cümle yapısı ve mealin anlam örgüsü/kurgusu hesaba
katılmadan, günlük dilde yeniden üretilmişlerdir.
Artık burada bir sadeleştirmeden söz etmek mümkün
değildir. Yapılan şey metni yeniden yorumlayıp inşa etmektir. Bu meallerde,
belki iddialı olacak ama Elmalılı ile ilgili olan şey, mealler üzerindeki
"Elmalılı" ismidir. Aslında yapılanın ne anlama geldiğinin anlaşılması
için, bütün bu meallerin Elmalılı aslı ile birebir karşılaştırmasını yapmak
gerekir. Yapılan işin anlamını o zaman daha net konuşma imkanımız olur. Burada
Cündioğlu'nun konu ile ilgili bir makalesinin ismini vermekle yetineceğim.
"Elmalılı Sadeleştirmelerinin Sefaleti".
Çeviri Meallerin İmkanı
Çeviri Meal Örnekleri: Esed,
Hamidullah ve Mevdudi Mealleri
Çeviri meal dendiğinde ülkemizde daha çok, Muhammed
Esed'in, Kur'an Mesajı (meal ve tesir) isimli meali, Muhammed
Hamidullah'ın Le Saint Coran / Aziz Kur'an isimli meali ve Mevdudi'nin
Tercüme-i Kur'ani Mecid meaMuhtasar Havaşi /Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali
Tercümanu'l Kur'an isimli meali akla gelir. Bu mealler sırasıyla,
İngilizce, Fransızca ve Orduca'dan tercüme edilmişlerdir. Biz de bu meallerin
Türkiyeli okuyucu için ne ifade ettiğinden ve kendi imkanımız ve gücümüz
nisbetince de artı ve eksilerinden söz edeceğiz.
Bu mealler her şeyden önce Türkiye'de meal yapma geleneğinin,
yöntem ve alışkanlıklarının sorgulanmasına yol açtı. Hem okuyucular, hem de
meal hazırlayıcıları farklı örneklerle karşı karşıya kaldıkları gibi onlar da
çıtayı yükseltmek durumunda kaldılar. Çünkü meal hazırlayanların önünde, artık
dikkate almak zorunda olduğu örnekler vardı. Aynı şekilde okuyucu da, alışageldiği
yöntemler dışında da meal hazırlanabileceğinin mümkün olduğunu gördü. Mealler
arasında karşılaştırma yapma imkanına kavuştu. Bu mealler sayesinde yeni bir
meal okuyucu kitlesi oluştu. Bu mealler özellikle, herhangi bir cemaate
bağlı/bağımlı olmayan, araştırıcı ve sorgulayıcı nitelikleri ön plana çıkan
okuyucuların daha çok ilgisini çekti.
Bu mealler, hem meal hazırlayanlar hem de okuyucular için Kur'an
algısında yeni bir örneklik ve tecrübe ortaya koydular. Onları, alışık
olmadıkları veya çok cılız bir şekilde ifade edilen farklı bir Kur'an
dünyasının varlığından haberdar ettiler. Özellikle genç okuyucularda Kur'an
meali okuma alışkanlığının yayılmasına önemli katkılar sağladılar. Esed'in
mealinin bu konuda çok popüler olduğunu ifade edebilirim. Bu katkı ve örneklikleri, özellikle iki konuda
kendini gösterdi.
Birincisi, Kuran mesajının diğer dillere, yani
Arapça'nın, Arap kültürünün yabancısı olduğu bir dil ve kültüre, nasıl bir dil ve
vizyon kullanılarak aktarıldığı tecrübesi. Başka bir deyişle, İlahi ve hitabi
bir metin olan Kur'an'ın, aynı zamanda, zaman içerisinde teknik bir metne de
dönüşen Mushaf'ın, seküler algının egemen olduğuğu bir topluma nasıl
aktarıldığı konusu.
İkincisi; Kur'an mesajının muhataplarına hangi
yöntem kullanılarak aktarıldığı tecrübesi. Yani bu meallerin, sözel olarak
Resulün kalbine/zihnine ilka edilen ilahi hitabın daha sonra kitaplaşmış hali
olan mushafı, nasıl bir metodoloji ile aktardıkları meselesidir.
Esed ve Hamidullah'ın mealleri, meali hazırlayanların konumu
ve tercihleri nedeniyle batılı okuyucu muhatap alınarak hazırlanmış. İlahi
Kelamın, muhatapların zihninde yankı bulabilmesi için, onların anlayacağı bir
dil kullanılmış. Dolayısıyla özel isimler olduğu düşünülen kelime ve deyimler dışında
hemen hemen bütün kelimeler, o dile, dildeki karşılıklarıyla tercüme edilmiş.
Metnin dili, muhatapların Kur'an hakkında hiçbir şey bilmedikleri savı
üzerinden oluşturulmuş. Mesajın, muhatapların aydınlanmış ve bir ölçüde
rasyonelleşmiş zihinlerinde, doğru karşılık bulması için, onların anlayacağı ama
mesajı da aktaran kelimeler tercih edilmiş.
Özellikle Esed'in mealinde, muhatabının seküler algılama
biçimi belirgin şekilde hesaba katılmış. Zamanımızdan yaklaşık 1500 sene önce, din
dilinde, Allah'ı ve insanın O'na karşı sorumluluğu merkeze alınarak vaz edilmiş
hitabi metin, günümüz ingilizcesine çevrilirken, kelimenin günümüzde anlatmak
istediği manaya dikkat çekilmiş. Okuyucunun yazılandan ne anladığı, mealin
öncelkli konusu olmuş ve buna uygun bir dil kullanılmış. Bunun için de büyük
ölçüde anlamların rasyonelleştirilmesine/ aklileştirilmesine çalışılmış.
Hamidullah mealinde de bu kaygı bulunmakla birlikte, öncelik
manayı doğru aktarmaya verilmiş, bir adım atması da okuyucudan istenmiş. Anlamın
aklileştirilmesi okuyucunun zihnine bırakılmış. Esed, ise okuyucusu adına bunu
kendisi yapmış. O, okuyucuyu yormamak için olsa gerek, zaman zaman manayı yorumlayarak
aktarmış. İki alim de ayrıca dipnotlarla
da ne demek istediklerini veya niye böyle bir anlam verdiklerini açıklamaya
çalışmışlar.
Mevdudi ise mealini, Orduca konuşan Müslüman bir toplum için
hazırladığından, mevcut İslami algı ve egemen dil üzerinden kurgulamış, İslami
terminoljideki kelimeleri hem şekil ve teleffuz hem de anlam olarak aynen
kullanmış. Bu kelimelerin, bugünkü okuyucu
zihnindeki yansımaları hesaba katılmamış. Sanki, insanların, bu kelimeleri,
Kur'an'ın indiği dönemdeki anlamlarıyla kullandıkları ve konuştukları
varsayımından hareket edilmiş ve okuyucuya böyle kadim egemen bir dil üzerinden
seslenilmiş.
Mealin Pakistanlı muhataplarının bugünkü egemen seküler
algıdan etkilenmedikleri, (aynenTürkiyeli meal okuyucuları gibi (!))
dolayısıyla dilin hala 200-300 sene öncesinin şekil ve anlam yapısını koruduğu
varsayılmış. Bugün insanların Allah'ı merkeze alan bir dil ile yani geçmişin
kalıp ve algılarıyla düşünüp konuştuğu, varsayımından hareket edilmiş. Ve ona
göre bir üslup ve yöntem seçilmiş. Ayrıca meale, egemen dini algılamanın zahiri
boyutu da yoğun bir şekilde yansımış. Bu nedenle meal, Mevdudi'nin ehli Hadis
taraftarlığının bir yansıması olarak da
geleneksel dilin zahiri/somut versiyonu kendini açıkça belli etmiş.
Meali hazırlayanlar da ya metne sadakatten ya da onlar da
öyle düşündükleri için, sonradan terimleşmiş dini istilahları, ifadeleri,
genellikle mealin Orduca aslındaki şekil ve formattaki gibi kullanmışlar. Elbette
zahiri ve somut mana yoğunluğu Türkçe metne de aynı şekilde yansımış. Esed ve
Hamidullah'ın meallerinin Türkçe çevirilerinden farklı olarak Mevdudi'nin
mealinin müterciminin de Pakistan vatandaşı olması ve Türkçeye nüfuzunun
sınırlı kalması nedeniyle de Türkçe mealde ciddi ifade sorunları ortaya çıkmış.
Bu meallerin, sözel olarak Resulün kalbine/zihnine ilka
edilen ilahi hitabın daha sonra kitaplaşmış hali olan mushafı, nasıl bir metodoloji
ile aktardıkları meselesi önemlidir. Çünkü bilindiği gibi Kur'an 23 yıllık bir
zaman dilimi içinde tedrici olarak nazil olmuş, bir çok kelime bu süreçte yeni
anlamlar kazanmış ve bu kelimelerle yeni bir zihin ve dünya inşa edilmiştir. Bu
Hitabe/ilahi metin, öncelikle ezberlenmiş, arkasından hemen yazıya geçirilmiş.
Resulun vefatından yaklaşık yirmi yıl kadar sonra da yazılı bir kitap/mushaf
olarak çoğaltılarak, kitaplar dünyasına girmiştir. Bu ilahi metnin, bu ve
sonrasında yaşadığı süreç, aynı zamanda muhataplarının zihinsel değişimi
nedeneyle de onu sıradan insanlar için "mübin" ve herkesin anlayacağı
bir metin olmanın ötesine taşıyarak teknik bir metin haline dönüşmüştür.
İşte hangi metodoloji ile tercüme edilecek diye sorduğumuz
ilahi kelam, böyle bir metindir. Metnin bu özelliğinin kavranması ile ancak
"onun manasını bu dile nasıl aktarabilirim?" sorusunu sormak mümkün
olur. Yoksa Türkçe'de pek çok örneğini gördüğümüz gibi, onu bugün
vazedilmiş/yazılmış bir metin olarak algılayıp tercüme etmek problem olarak
görülmez. Ancak bu tür metinler, Mushafın manasını ve ilahi kelamın ruhunu gereği
gibi yansıtamazlar.
İşte bu meallerin, özellikle ilk ikisinin, ilahi Hitab'ın
serancamının ve teknik bir metin olma niteliğinin farkında olunarak tercüme
edildiği anlaşılıyor. Çünkü, gerek kelimelere, terimlere, deyimlere verdikleri
anlamlar, gerekse konu ve olayları , örneğin, gayp haberlerini, meselleri,
kıssaları çözümleme biçimleri, bu meallerin kendilerine özgü bir yöntemlerinin
olduğunu ortaya koyuyor.
Esed, Kur'an mesajından anladığını, muhatabının en rahat
ve iyi anlayacağı şekilde bugünün diline çevirerek aktarıyor. Hamidullah ise, Mushafı,
metnin anlamı, en iyi hangi kelime ile o dile aktarılabilirse o kelimeyi
seçerek tercüme etmeye çalışıyor. O kelimenin muhatap tarafından kullanışlı
olup olmadığına fazla önem vermiyor. Önceliği o dilde doğru anlamı yakalamaya
çalışıyor. Esed ise muhatabın zihnindeki doğru anlamı önceliyor.
Metodolojileri de bu temel bakış açısına göre
şekilleniyor. Mesala bu yaklaşımın sonucu olarak Esed, anladığı anlamı doğru
aktarmak ve muhatabının da doğru anlaması için gerektiğinde parentez içinde
devreye girebiliyor. Ayrıca dipnotlarda da daha teferrutlı açıklamalar
yapabiliyor. Hamidullah ise, metnin içinde yoktur. Sadece metnin anlamını o
dildeki uygun kelimelerle ifade etmeye çalışıyor. Mushaftaki her ayrıntıya
dikkat ediyor. O gerektiğinde metin dışındaki dipnotlarda kendi düşüncesini
açıklıyor.
Ancak ikisi de kelime, terim ve deyimleri, islami dönemdeki
kavramlaşmış/ istilahlaşmış hallerinin öncesindeki anlamlarıyla vermeye özen
gösteriyorlar. Aynı şekilde ikisi de özel isimler dışındaki bütün kelimeleri,
tercüme ettikleri dildeki karşılıklarıyla çeviriyorlar. Yine ikisi de grameri
önemli bir veri olarak kabul ediyorlar, ancak zaman zaman meşhur gramer kurallarını
metnin bağlamını esas alarak eleştirmekten
ve farklı bir tavır sergilemekten de geri durmuyorlar. Kur'an'ın gramer
kurallarının resmileşmesinden önceki döneme ait bir metin olduğunu da yeri
geldiğinde ifade ediyorlar.
Esed, kapalı gördüğü anlamları yorumlamada reyini,
genellikle, gelenek içerisindeki Ehli Reyden yana kullanır ve o yönde
açıklamalar yapar. O bu konuda çok nettir, zahiri yorumlara pirim vermez. Aynı
eğilim zaman zaman Hamidullah da görünse de o daha çok orta yolcu bir Ehli
Hadis taraftarıdır. Ancak, Hamidullah'ın genelde aşırı zahiri ve eş'ari
yorumlardan uzak durduğu görülür.
Gaybi haberlerin ve "müteşabih
olduğu" ifade edilen ifadeleri, Esed, yukarıda ifade ettiğimiz görüşü
çerçevesinde, yorumlayarak, Hamidullah ise genelde ilgili ifadeleri sözlük
anlamlarıyla yorumsuz olarak verir. Hamidullah, mezhebi ve kelami tartışmaların
dışında kalmak için özel bir itina gösterir.
Esed, Hamidullah ve Mevdudi, İlahi Kelam'ın hitabi
boyutunun önemli olduğunu dile getirirler. Ancak bu hitabi boyut, sadece açık
bir şekilde Esed tercümesinde görülmektedir. Esed, bu hitabi boyutu vurgulamak
için zaman zaman parantez içi ifadeler de kullanır. Bu hitabi boyut, Hamidullah
mealinde de yönteminin el verdiği ölçüde vardır. Ancak o kelimesi kelimesine çeviriyi
öncelediği için, bu hitabi boyut her zaman okuyucu tarafından fark
edilememektedir. Mevdudi de ise, Türkçe çevirinin bir nakisası olarak mı yoksa orijinal
metinle ilgili özel bir tercih nedeniyle midir nedir tam bilemiyoruz, ancak bu
hitabi boyut mealde kendisini göstermiyor.
Kur'an mesajının muhataplarına hangi yöntem kullanılarak
aktarıldığı tecrübesi konusunda mevdudi, içerik olarak Türkiyeli okuyucu için
yeni bir şey söylemese ve yeni bir metod önermese de ayetleri paragraflar
haline getirerek, mealini topluca vermesi, okuyucunun işini önemli ölçüde
kolaylaştırmaktadır.
Aslınde benzer paragraflama pek az farkla Esed ve Hamidullah
çevirilerinde de bulunmaktadır.
Mevdudi, mealinde hukuki/fıkhi terimlere özel bir önem
vermekte, gerektiğinde onları dipnotta daha detaylı olarak açıklamaktadır.
Ancak onun özel bir kavramlaştırma sistemi yoktur. Çünkü o, İslami
literatürdeki kavramsal terminolojiyi, genel "islami istilahları"
aynen kullanmaktadır. Mevdudi bu kavramsallaştırmada ve gayb haberlerinin yorumunda
Ehli Hadis yorumları, genelliklede bu ekolün selefi versiyonunu tercih
etmektedir.
Bu meallerle ilgili olarak baştan beri anlata geldiğimiz
özelliklerin, Türkiyeli meal okuyucusu için büyük bir imkan ve onların bilgi
dağarcıklarına yapılmış önemli bir katkı olduğunu düşünüyorum. Dar çerçeveli
bir sunumda bu meallerin yöntem ve sisitematikleri ile ilgili ancak bunlar
söylenebilir.
Ancak şunu ekleyelim, Esed, mealinde edebi teknik ve araçları
bolca kullanmış. Hatta kullanmakla kalmamış, Kur'an'daki bu sanatsal
kullanımları günümüzde nasıl anlamamız gerektiğine de işaret etmiştir. Bu tür
Kur'ani ifadeleri, sanatsal anlamlarının günümüzdeki karşılıklarıyla tercüme
etmeye çalışmış. Genellikle niçin böyle bir tercihe gittiğinin açıklamasını da
yapmıştır. Kendince, teknik metin olan Mushafı, tarihin üzerine örttüğü
gizemlerinden arındırarak anlaşılır hale getirmeyi amaçlamış. Yani o, Mushafı,
Mushafın anlamını, günümüz insanın algısına/dünyasına aktarmaya/taşımaya gayret
etmiştir. İlahi metnin anlamını aklileştirerek muhataplarına sunmaya çalışmıştır.
Hamidullah mealinin en önemli katkısı ise, mealini gerçekten
moto-mot, kelimesi kelimesine veya harfi harfine dediğimiz bir yöntemle tercüme
etmiş olmasıdır. Bunu, Türkiye'de alışık olmadığımız bir yöntem kullanarak
yapmış. Bu yöntemle hem kelime sayısının ne olacağını hem de o kelimeyi nasıl
anlamlandıracağını ortaya koymuş. Öncelikle her kelime ve terimi, Fransızcasına
da orjinalindeki gibi tek bir kelime olarak çevirmeye çalışılmış. Deyimleri de
öyle. Orjinalinde nasılsa, tercümelerinde de o kadar kelime kullanılmış.Türkçe
mütercimleri de çevirilerinde aynı metodu uygulamışlar. Çeviride en çok
zorlandıkları alan da burası olmuş.
Hamidullah ve Esed'in meallerini bizim için değerli ve
anlamlı kılan, diğer bir özellik de batılı, aydınlanmış, seküler bir zihin için
çevirmiş olmalarıdır. Yani eserlerinin muhataplarının batılılar olmasıdır.
Bugün artık Müslüman ve doğulu toplumların da batılılar gibi düşünmeye
başladıkları, onların da dünyalarını aydınlanmış akılla inşa etmeye
çalıştıkları gerçeği karşısıda bu çalışmalar, bu zihinler için yol gösterici
olacaktır.
Bu nedenle, iki farklı yöntemle hazırlanmış bu meallerin,
Türkçe çevirilerinin hem Türkiyeli okuyucu hem de ilim adamlarımız için ilahi
kelamı anlamada ve aktarmada önemli bir imkan, tecrübe ve başvuru kaynağı
durumunda olduğunu düşünüyoruz..
Bu anlamda bu iki mealin mütercimleri ve diğer emeği
geçenler, ana metni, meallerin bu özelliklerinin farkında olarak tercüme
etmişler. Büyük ölçüde de Esed ve Hamidullah'ın dilini ve yöntemini
hazırladıkları meallere aktarmakta başarılı olmuşlar. Yaptıkları işi, metne
sadık kalarak, Türkiye'de alışık olmadığımız biçimde, büyük bir çaba, emek ve
özveriyle gerçekleştirmişler. Ancak buna rağmen, zaman zaman bazı kelime ve
ifadeleri, bazı kalıpları, yazarın hilafına, Türkiyeli okuyucunun aşina olduğu
geleneksel literatürdeki karşılıklarıyla aktarmışlar.
Mevdudi'nin meali de, sömürge döneminin sıkıntılarını yaşamış,
İslam'ın kudret ve izzetini günümüzde de görmek isteyen ve son ikiyüz yılda
yaşanan gerçekler karşısında, yeni bir siyasi dil inşa etmeye çalışan önemli
bir alimin, Kur'an mesajını nasıl anladığı ve aktardığı konusu bile, tek başına
bizim için çok önemli bir kazanç ve tecrübe olsa gerektir.
Ayrıca her üç alimin, islam kültürü, Arapça konusundaki bilgi
birikimi, ilmi derinliği ve tecrübeleri herkesin malumudur. İşte bu bilgi
birikiminin ve ilmi derinliğin bir kısmı bile adı geçen meallere yansımış olsa
dahi, bu yansımaların bile biz okuyucular için Kur'anı anlama yolunda önemli
bir katkı ve güzel bir imkandır diye düşünüyoruz.
Yine üç alimin yolunun, Hindistan-Pakistan noktasında
kesişmiş olmasının altını da çizmek istiyorum.
Esed de, ömrünün 38-52 yaş aralığını bu bölgede geçirmiş,
Pakistanın kuruluşuna katkı vermişti.
Çeviri Meallerdeki Sorunlar
Biz bu kısa değerlendirmemizde yapılan bütün eleştirileri
dile getirme imkanına sahip değiliz. Üstelik dile getirilen iddiaların pek çoğu
bize göre haklı ve doğru eleştiriler de değildir. Biz, bizim de katıldığımız ve
ayrıca kendi okumalarımızda da şahit olduğumuz problemli alanlara dikkat
çekecek ve birkaç örnek vermekle yetineceğiz. Özellikle de Türkçe metinlerdeki
bazı problemli konu ve ifadelerle ilgili tespitleri ve tespitlerimizi ifade
etmeye çalışacağız.
Muhammed Esed: Kur'an Mesajı (Meal-Tefsir)
Bu meala kadar, hem içerik, hem üslup, hem de dizayn
açısından okuyucunun kafasında bir "meal" şablonu vardı. Okuyucu bu meali
eline aldığında, elindekinin, alışılagelen şablona uymadığını gördü. Bu nedenle
pek çok okuyucu, "bu başka bir meal veya "bu başka bir Kur'an"
dedi. İlk defa buradan, bir yandaşlık ve karşıtlık ortaya çıktı. Pekçok kişi bu
ilk tepkisi nedeniyle kendisini bu meale karşı kilitledi.
Ayrıca Meal, geleneksel yargıya ters, pek çok görüşünden dolayı,
karşı çıkılan bu görüşleri savunan kesimler tarafından da ağır eleştirilere
maruz kaldı. Bu eleştirilerin etkisinde kalan pek çok okuyucu da, meali bu
eleştirilere göre değerlendirdi. Ama bu meal her durumda okuyucunun gündemine
girdi. Bu nedenle olsa gerek mealler içerisinde en çokilgiyi ve eleştiriyi de
bu meal aldı.
Esed'in meali ile ilgili önemli bulduğumuz eleştirileri
şöyle sıralayabiliriz:
1-Gelenekselleşmiş dini istilahların kullanılmayarak, yerine
kelimenin kök anlamından hareketle, yabancı dildeki karşılıklarının verilmesi
nedeniyle, egemen geleneksel anlayışın köşe taşlarını oluşturan, konu ve
kavramların unutturulması ve anlamlarının buharlaştırılması iddiası
2- Allah ve ahiret gibi gaybi alana ait konu, kavram ve
ifadelerin aklileştirilerek/ rasyonelleştirilerek aktarılmış olması.
3- Kıssa ve mesellerin, sembolik ve allogorik ifadelerle
yorumlanarak, bu kıssaların, yaşanmışlığının ve gerçekliğinin ortadan
kaldırıldığı ve bunun da itikadi bir problem oluşturduğu iddiası.
4-Pek çok ahkam ayetinin günümüz hukukuna ve algısına uyarlanmaya
çalışıldığı ve hermenotik bir okuma yapıldığı iddiası.
5-Mealin intihal ürünü olduğu, yani pek çok görüşün
kaynağının, Hindistanlı Mevlana Muhammed Ali olduğu halde, bunun metinde belirtilmediği
iddiası.
6-"Batılı" ve "Yahudi kökenli" olduğu
savından hareketle yapılan eleştiriler.
Biz bu eleştirilere cevap verecek veya bunlardan hareketle
bir şey söyleyecek değiliz. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz ki bu
eleştirilerin pek çoğunun ilgili kitapla doğrudan bir ilişkisi yoktur. Bu
eleştirilerde görülen şey, Eş'ari-Ehli Hadis anlayışı ile Ehli Rey arasındaki
kadim tartışmanın bu kitap üzerinden yapılıyor olmasıdır. Yani salt bu kitaba,
yöntemine ve iç tutarlılığına yönelik bir eleştiri söz konusu değil.
Esed, her zaman eleştirel olmasına, yetiştiği çevreyi de her
boyutu ile samimi bir şekilde eleştirmesine rağmen, yaşadığı dönemin baskın
kültürü olan, "bilimci" anlayıştan, Muhammed Abduh çizgisindeki
pek çok alim kadar olmasa da etkilenmiş görünmektedir.
Mesala, Fil suresinin. تَرْميهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّيلٍ ayetini "Onlara önceden tespit edilmiş taş gibi sert
azap darbeleri vurdular" şeklinde çevirmiş ve açıklamasında da bu azap
darbelerini "ilk defa o zaman Arap topraklarında görülen "lekeli
humma (hasbe) ve çiçek (tifüs) hastalığı (cuderî) ”.olarak yorumlamıştır.
Gerçi Esed bu kelimelerin gramatik ve anlamsal izahlarını yaparak kelimelerin
özünde bu anlamların olduğunu da söylemiştir ama biz burada ciddi bir Abduh,
dolayısıyla "bilimci" etki görüyoruz.
Aynı şekilde, Müddessir Suresi 30. Ayetteki, meşhur "Üzerinde 19
var" ifadesini yorumlarken de modern okuma biçiminin yönlendirmesi
altında kaldığını düşünüyoruz. Gerçi, Esed, burada "19 Mucizesi”nden söz
etmiyor ama, ifadenin anlamını, ilk muhataplarını, anlam alanın dışına çıkararak,
modern bir okuma yaptığı kanaatindeyiz.
Yine, Rad suresinin 3. Ayetiyle ilgili olarak "erkek- dişi"
ifadelerini yorumlarken "yukarıdaki ifade her bitki türünden iki cinsin
(yani, erkek ve dişi) var olduğunu dile getirmektedir ki, bu botanik bilimiyle
tam bir uyum ortaya koymaktadır.” demektedir.
Esed
mealinde kıssaları ve gaybi haberleri aklileştirirken ve ahkâm ayetlerini
yorumlarken de zannımızca zaman zaman ilk muhataplarının algı dünyasının dışına
çıkmıştır. Bu durumun, ilgili pasajları anlamada ve anlamlarını bugüne
aktarmada bazı sorunlar oluşturduğu kanaatindeyiz. Mesala, Kur'an'ın ilk
muhatapları, "Musa'nın İsrailoğullarıyla denizden geçmesini" ve
"el kesme, kısas, el ve ayağı çaprazlama kesme" ifadelerini ve
"Cehennem azabının süreli olduğu" iddiasını, Esed'in anladığı gibi mi anlamışlardır.
Zannımızca,
esas doğru anlama, Kur'an'ı, ilk muhataplarının anladığı gibi anlayıp, onu daha
sonra günümüzün şartlarında nasıl uygulanacağının veya ne anlama geldiğinin
tartışmasını yapmak olmalıdır.
Yine
çok haklı olarak cebriyeci ve sorumluluğu devre dışı bırakan anlayışlar
çerçevesinde Kur'an'ın anlaşılıp, anlamlandırılmasını eleştirmiş, bu bağlamda, "dileyene
hidayet eder, dileyene delalet" şeklindeki ifadeleri, "dileyeni
hidayete erdirir, dileyeni delalete" şeklinde anlamlandırır.
Dipnotlarda gerekçelerini de ortaya koyar. Gerekçeleri oldukça da ikna
edicidir. Ancak, konu iman dışına çıkınca, mesala, rızıkla ilgili olunca
"dilediğine rızık açar, dilediğine kısar" şeklindeki
geleneksel algıyı aynen kullanır (Rad/13:26-27). Oysa Esed'in yöntemine göre bu
son ifadenin de, "dileyene rızkı açar, dileyene kısar" şeklinde
olması gerekirdi. Burada nedenini bilmediğimiz bir yöntem çelişkisi söz konusu.
Üstelik iki algı da cebriyeci anlayışı yansıtıyor.
Mütercimler
gerçekten güzel bir çeviri yapmışlar ancak, ya toplum baskısının ya da egemen
geleneksel bakış açısının etkisiyle, Esed'in İngilizce karşılığını kullandığı
bazı terimlerin Türkçe karşılıklarını (çok az da olsa) İslami terminolojideki
anlamıyla Türkçeye aktarmışlar.
Örneğin,
Esed الْحِكْمَةَ (hikmet) terimini daima "wisdom" şeklinde
çevirmişken, mütercimler, Türkçe karşılığı olarak da ayni Arapça ibareyi Latin
harfleriyle HİKMET şeklinde tercüme etmişler. Oysa Esed, Kur'an ve
Sure kelimeleri dışındaki bütün kelimeleri İngilizceye çevirdiğini söylemesine
rağmen mütercimler الْحِكْمَة terimini daima
"hikmet" diye tercüme etmişler.
Mütercimler
aynı şekilde, Esed'in "story-stories" olarak tercüme ettiği الْقَصَصَ (kıssa) kelimesini de Türkçeye "kıssa" diye
çevirmişlerdir. (bkz. Araf/7:176, Yusuf/12:111). Aynı şeyi "kitap"
kelimesi için de söyleyebiliriz (Araf/7:52,170,196, Yunus/10:1 gibi).Ayrıca "fısk"
kelimesi için de "günahkar" (Maide/5:3) karşılığı tercih
edilmiştir ki, bu anlam, terimin İslami dönemde kazandığı anlamdır. Maide/5:15’te,
Kitap Ehli'nin gizlediklerinin bir kısmının açıklandığı, bir kısmından da vaz
geçildiği ifade edilirken, vazgeçilmeye karşılık gelen "afv"
kelimesinin karşılığı olarak, "bağışlanma" kelimesi
kullanılmıştır. Kitap ehli için kullanılan "Vahiy mahsulü dinler"
(Maide/5:5, 14.dipnot) ifadesi yerine de daha uygun bir ifade bulunabilirdi..
Muhammed
Hamidullah: Aziz Kur'an –Çeviri ve Açıklama-
Hamidullah'ın
Aziz Kur'an adıyla (Fransızca aslı Le Saint Coran) çevrilen meali Türkçe
basımının üzerinden 10 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen araştırmacı ve
okuyucuların çok fazla dikkatini çekmemiş, onların iltifatından mahrum
kalmıştır. Bu özgün çalışmanın içeriği ve yöntemi konusunda ne basında ne de
akademik dünyada, (bir yüksek lisans tezi dışında) hakkında bir inceleme ve tenkit
yazısı yer almamıştır.
AncakEsed'in
mealinin aksine, Hamidullah'ın orijinal metni ve bu metindeki yöntem ve
yorumları için olumlu veya olumsuz bir eleştiri yapılmazken, Türkçe metin için ciddi
eleştiriler söz konusu olmuştur
Bu eleştiriler,
işin özü ile ilgili değil Türkçedeki bazı kelime tercihleri ile ilgiliydi. Bazı
"öztürkçe" kelimelerin kullanılması, eski dile ve kelimelere önem
veren bazı yazar ve düşünürleri rahatsız etmiş, meal "eski dil" -
"yeni dil" .tartışmalarının gölgesinde kalmıştı.
Yöntemin orijinal
ve alanında ilk defa uygulanmasına, üstelik Türkçedeki diğer meallere kıyasla
Arapça metne en sadık ve genellikle anlamı aktarmada da başarılı kabul
edilmesine rağmen, bu üslubun okuyucuya pek sıcak gelmediği anlaşılıyor. Bunun
sebeplerinden biri; okuyucunun alışkanlığı, ikincisi; üslubunun okuyucu için
gerçekten yorucu olması: mealin, metne sadakati nedeniyle ayetleri kendi orijinal
bağlamlarında, çok zaman yarım ve kırık cümleler şeklinde tercüme etmesi ve
sözel/hitabi dil özelliğini de tercümeye yansıtmaya çalışması okuyucunun meale
insicamını engelleyen önemli bir faktör olmuşa benziyor. Çünkü bu, yukarıda
dile getirdiğimiz, uygulamalar okumayı gerçekten bir miktar zorlaştırmıştır. Sunumumuzun
başında da söylediğimiz gibi, okuyucuyu zorlamak yazarın bilinçli tercihidir.
İşte bu tercih mealin popülerliğini engellemiştir. Bu konun bir boyutu.
Ancak bize
göre mealin okunurluğunu, dolayısıyla popülerliğini azaltan en önemli etken daha
başkadır. O da şudur: Bilindiği gibi tarihte olduğu gibi günümüzde de İslami
düşünce ve anlayış, Ehli Hadis ve Ehli Rey anlayış ve
algılayışları arasında kutuplaşmış durumdadır. Biri hakikati algılamada
geleneği/geçmiş uygulamaları, diğeri ise aklı ve vahyi önceler. Bugün bu
kutuplaşma, gelenekçi- yenilikçi şeklinde ifade edilse de bu tartışmalar
geçmişteki tartışma ve argümanlardan bağımsız değildir ve konunun aslı da
burada yatmaktadır.
Hamidullah, teorik
anlamda ılımlı bir ehli hadis yanlısı olmasına rağmen, metodolojisinde aklı
verileri de yok saymamış, ideolojik bir taraftarlık veya karşıtlık içerisinde
olmamıştır.
Bu nedenle
o, bir orta yolcudur. İşte onun bu orta yolculuğu, tanınırlığını ve
önemsenirliğini ulema ve akademik dünya ile sınırlı kılmıştır. Ayrıca tarafsız,
popülerlikten uzak, marjinal yorumlara pirim vermeyen, sakin ilim adamlığı
kimliyle de o bu iki kutbun sempatizanları tarafından fazla ilgiyle
karşılanmamıştır. Onlar, Hamidullah'ın kendilerine hitap etmediği, fazla klasik
veya tarafsız kaldığı gerekçesiyle onun eserlerinden de uzak kalmışlardır. Türkiye'deki
gelenekçilerle, gelenek karşıtlarının tam ortasında olmasından dolayı, o, ne
İsa'ya ne Musa'ya yaranamadığından, meali de hak ettiği ilgiyi görememiştir.
Mealin Türkçe
çevirisi için de kısaca şunu söyleyebiliriz: Genelde Hamidullah'ın koyduğu
yöntem ve usule bağlı kalınmakla beraber, bazı kelime ve deyimlerin Türkçe
karşılıkları bu yöntemle çelişki arz etmiştir.
Örneğin,
"Takva" kelimeleri genelde "takvalı"
(Maide/5:8,27 gibi) şeklinde, "dünya" ve "ahiret"
kelimeleri, "dünya" ve "öteki dünya"
(Maide/5:33 gibi), "el-Kitap", "Kitap" (Maide/5:48
gibi), "et Tağut", "Tağut" (Maide/5:60 gibi),"er-Rabbaniyyun
ve elAhbar" ifadesinden, "er-Rabbaniyyun" "Haham",
elAhbar","bilginler" (Maide/5:63 gibi), "yentekimu"
ve "intikam" kelimeleri "intikam almak" ve
"intikam" olarak çevirilmiş. Ayrıca "udv",
"udvan" kelimeleri de "aşırı gitmek" olarak
aktarılmış. Bu anlamlar, ilgili kelimelerin İslami dönemde kazandıkları
karşılıklarıdır.
Ayrıca bize
göre "inkar" (Maide/5:5 gibi), "yargılma" (Maide/5:42
gibi), "yoldan çıkanlar" (Maide/5:47 gibi), "boyun
eğerek" (Maide/5:55,92 gibi), "görmediği halde" (Maide/5:94
gibi). "aşırı gitmek" "sözlerini bozmaları"
(Maide/5:13) gibi ifadeler, hem
Hamidullah'ın yöntemine ters düşmekte hem de orijinal anlamı tam olarak
aktarmamaktadır. Bu kelime ve ifadeler yerine, bağlamları içerisinde daha uygun
kelimeler kullanılabilirdi. Dikkat edildiği gibi, bu örnekler sadece Maide Suresi
ile sınırlanmıştır.
Mevdudi: Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali -Tercümanu'l
Kur'an-
Türkiyeli okuyucu, yıllardır, Tefhimul Kur'an
tefsirini ve bu tefsirdeki mealleri Mevdudi'nin meali ve tefsirini diye okur.
Ancak, Mevdudi'nin gerçek meali (iki farklı yayınevi tarafından ayrı tercümelerle
daha yeni basıldı) yayınlanmaya başlayınca, tefsirdeki malzemelerden sadece
notların Mevdudiye ait olduğu ortaya çıktı. Mealler Ali Bulaç mealinden alıntılanmış
Tefimul Kur'an tefsirinin bir nevi geniş açıklamalı/dipnotlu
meal tarzı bir eser olduğu düşünülürse tefsirin önemli bir kısmını bu meallerin
oluşturduğunu görür. Ali Bulaç mealleri, tekrarlarıyla birlikte tefsirin toplam
hacminin yarıya yakınını teşkil ediyor. Okuyucular, yıllarca Mevdudi'nin meali
diye Ali Bulaç'ın mealini okudular. Ancak bugüne kadar hiç bir yazar veya
akademisyen bu durumu eleştiri konusu yapmadı. Aynı şekilde ne Ali
Bulaç'tan ne de ilgili tefsirin yayınevinden bu güne kadar bir
açıklama gelmedi.
YÖNTEMİ
Mevdûdî, “Ben önce Kur'an'ın orijinal ibaresini okuyup ne demek istediğini
kavradım, sonra üzerimdeki etkisini olduğu gibi eksiksiz olarak kendi dilime
aktardım. ...onu apaçık Arapçadan apaçık Orduca'ya aktarmaya çalıştım. Arada
kopukluklar olmaması için de konuşma dilini yazı diline dönüştürdüm." demektedir.
Mevdudinin bu açıklamaları gerçekten önemlidir. Yöntemi de
Türkiyeli okuyucunun pek aşina olmadığı bir yöntemdir. Ancak, ya Mevdudi bu
yötemini Orduca çeviriye iddia ettiği özgünlükte çevirememiş, Türkçeye
çevirenler de onu ancak bu kadar aktarabilmişler. Ya da Mevdudi, Orducaya gereği
gibi aktarmış da mütercimler bunu Türkçede ifade edememişler.
Çeviride de ciddi ifade problemleriyle karşılaştık. Aynı
zamanda iki tercüme de terimleri Arapça telleffuzları ile aktarmışlar. Bu
terimler kaynak metinde nasılsa o şekilde aktarılmış. Mesala, "asitane",
"şiar", "nakip", "sevae's sebili",
"muttaki", "hikmet", "fasık", "fitne"
gibi...
Çevirideki sorunlar yukarıda dile getirdiğimiz, arapça,
farsça veya orduca terimleri aynen kullanmakla sınırlı değil, ciddi anlatım ve
çeviri problemleri de bulunmakadır. Mesala:
"Yasaklara titizlikle riayet edin"
(Maide/5:1),"sizin yemeğiniz de onlara helaldir", (Maide/5:5) "korunmuş
kadınlar" (Maide/5:5), "günahlarınızı sileceğim",(Maide/5:12-13)
"korkanların arasında"(Maide/5:20-26), "hayat
bahşederse"(Maide/5:32),"Allahın kudreti her şeye
galiptir" (Maide/5:38-40), "haram mal"
(Maide/5:42-43), "onlar cahil halka şöyle diyorlardı"(32.
dipnot), "indirilen dinin emirlerine iman" (Maide/5:57-60),
"rabbinizden indirilen diğer kitapları korumadıkça"
(Maide/5:67-69), "bunu üzerinde kimsenin tekeli yoktur"
(Maide/5:67-69), "(Mesih'in) annesi de dürüst bir kadındı"(Maide/5:75),
"Ey ehl-i kitap" (Maide/5:76-77), "iman edenler için
onlardan en yakın dostu ise, ..." (Maide/5:82), "Dünyayı
terketmiş rahipler" (Maide/5:82), "indirilen kelamı duyunca"
(Maide/5:83-86), "Rabbimizin bizi iyiler arasına katmasını isterken
bize hak gelmiştir" (Maide/5:83-86), "pis ve şeytani işlerdir"
(Maide/5:89), "terk-i dünya etmek" (46.dipnot), "salih
amel işlemeye başlayanlardan, daha önce yiyip içtikleri için şu şartlarla hesap
sorulmayacaktır ki,..." (Maide/5:93), "onu görmeksizin korkan"
(Maide/5:94-95), "elemli bir azap" (Maide/5:94-95), "Allah
intikamını alır"(Maide/5:94-95), "ölüm vaziyetinden çıkartarak"
(55.dipnot) gibi.
Ancak Tefhimul Kur'an'da bulunan mealin Mevdudi'ye ait
olmadığı gerçeğinden hareketle, bu mealin eksikleriyle birlikte Mevdudinin
anlayışını aktarması açısından önemli bir hizmet gördüğü söylenebilir.
Sonuç
Çeviri mealler, artısıyla eksisiyle birlikte birer Türkçe Kur'an
çevirisi olarak kültür ve öğretim hayatımızdaki yerini almış durumdadır. Bu
mealler bünyelerinde bazı zaaflar barındırsalar da Türkçe'deki muadilleriyle
karşılaştırıldığında özellikle Esed ve Hamidullah çevirilerinin onlardan pek
çok açıdan artıları olduğunu ifade edebilirim. Bu artıların okuyuculara da
önemli katkı ve kazanımlar kattığı kanaatindeyim. Ayrıca bu çalışmaları meal
geleneğimizi sorgulamamıza ve daha düzgün meallerin hazırlanmasına katkıları
nedeniyle de önemli buluyorum
Özellikle, bu mealleri, bir mealin, bir usul ve yönteme göre
nasıl hazırlanması gerektiğinin somut örnekleri olması açısından da
önemsiyorum. Bunun kadar önemli bulduğum diğer bir yanları ise Din dili ile
vazedilmiş ve ilk muhatapları da bu din dili ile düşünüp konuşan bir ilahi
metnin anlamının, seküler bir dil kullanan ve seküler bir zihne sahaip olan
günümüz muhataplarına nasıl aktarılacağı konusunda önemli ve aynı zamanda
başarılı iki deneme/tecrübe olmaları nedeniyle de anlamlı ve değerli buluyorum.
Temennim Türkiye'de yapılacak daha özgün çalışmalarla bu gelenek devam
ettirilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder